Hüsn-ü zan ve adem-i itimad meselesi, külli bir kaide değildir. Daha çok dinî hizmetlerde ihtiyata bakan bir tayakkuz manasını ifade eder. Yani aldanmamak ve aldatılamamak ikazı ve telkinidir.
Mesela Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: .....”tahribkârane eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.” Kastamonu L.: 90
Yani günün insanlarının çoğuna güvenip hareket edilmez.
Yine Bediüzaman Hazretleri dikkatlı olmayı hatırlatıp diyor:
“Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur'un zararına ve şakirdlerinin salâbet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler. Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur'un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.” Kastamonu L: 202
Bu aşağıdaki parça, şeriatta bildirirlen meşruiyet sebebi olmadıkça, muayyen şahısların tenkidi, yasaklanıyor. Ancak şahsî hukuku aşıp hukuk-u umumiyeye zarar veren durum ortaya çıkarsa,.. o yanlışın tenkid ve tashihi gerektir. Çünkü malum olduğu üzere fâsık-ı mütecahirin, yani şeriatta yasaklanmış, fikrî ve amelî herhangi bir haramı, aleniyette ve serbesce, hatta daha garibi o yanlışı meşruiyetle tavsif ederek işleyenlerin tenkidi gıybet sayılmadığı ve hatta bazı imamlarca bu tarz gıybet farz, bazıları da caizdir diye hüküm vermişlerdir. Ve keza, Şeriat kitablarında görüldüğü üzere ehl-i Sünnet imamlarının ehl-i bid’a imamlarını tenkid etmeleri de buna delildir.
Risale-i Nurda da meşru tenkidlerden bahsedilir. İsmen ve neşriyat yoluyla bir tenkid örneği şudur:
“Bir Suale Cevab
Mustafa Sabri ile Musa Bekuf'un efkârlarını müvazene etmek için vaktim müsaid değildir. Yalnız bu kadar derim ki: "Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor." Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Musa Bekuf'e nisbeten haklıdır, fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mu'cizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır. Evet Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavaid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor. Ve bazı kelâmları, zahiri dalalet ifade ediyor fakat kendisi dalaletten müberrâdır. Bazan kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış. Kavaid-i Ehl-i Sünnete taassub cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş. Musa Bekuf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümaşatkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu-l Alâ-i Maarrî gibi merdud bir adamı, muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin'in Ehl-i Sünnete muhalefet eden mes'elelerine ziyade tarafdarlığından, ziyade ifrat ediyor.
قَالَ مُحْيِى الدِّينِ : تَحْرُمُ مُطَالَعَةُ كُتُبِنَا عَلَى مَنْ لَيْسَ مِنَّا
Lem'alar ( 274 )
yani: "Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitablarımızı okumasın, zarar görür." Evet bu zamanda Muhyiddin'in kitabları, hususan vahdet-ül vücuda dair mes'elelerini okumak, zararlıdır.” Said Nursî Lem’alar: 273
Ve keza, gizli nifak cereyanı hizmet cemaatını tahrik ve iğfal ederek ve sinsi bir şekilde tesanüdü bozmağa çalıştığını nazara verip ikaz eden bir tenbih de şöyledir:
“Kardeşlerim! Sizin zekâvetiniz ve tedbiriniz, benim tesanüdünüz hakkında nasihatıma ihtiyaç bırakmıyor. Fakat bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur şakirdlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında sû'-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini ittiham etsin. Belki filan talebe bize casusluk ediyor, der; tâ bir inşikak düşsün. Dikkat ediniz; gözünüzle görseniz dahi perdeyi yırtmayınız. Fenalığa karşı iyilikle mukabele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz, sır vermeyiniz. Zâten sırrımız yok, fakat vehhamlar çoktur. Eğer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor; ıslahına çalışınız, perdeyi yırtmayınız.” Emirdağ L.: 108
Risale-i Nur eserlerinde buna benzer çok ikazlar ve tenbihler var. Yani, kitabî ölçülerde hem tenkid var, hem sinsi cereyanın tahrikiyle safdilane zararlı tenkidlere itilip alet olmamak var.
Asar-ı Bed’iye eserinde Bediüzzaman Hazretlerinin, Abdülhamid devrsinde vazifeli resmi bir şahsa karşı söylediği şu ifadesi nakledilir:
“Kürdistan’da iken sizi iyi bilirdim. Bu ahval, sizin serairinizi bana iyi öğretti. Bâhusûs tîmarhane bu metinleri bana iyi şerh etti. Hem de bu hallere teşekkür ettim. Zîrâ su-i zan makamında hüsn-ü zan eder idim.”
İşte hüsn-ü zan ve adem-i itimad meselesi, herkes hakkında olmayıp, mahiyeti tam bilinmeyenler hakkında bir tedbir ve sinsi cereyanlara karşı bir tayakkuz meselesi iken ve aldatan ve aldatılanlara karşı safdilliği önleyen bir tenbih ve telkin olduğu halde, bu ifadeyi su-i te’vil edip engellemek, safdilliği ve safdilleri artırır ve müfsidlerin ifsadına yol açar.
Ezcümle bu gelen parça güzel bir örnektir. Şöyle ki:
“Ciddî bir mes'eleye vesile olabilecek bir latife: Dünkü gün sabahleyin bir dostumun damadı Mehmed yanıma geldi. Mesrurane, beşaretkârane dedi ki: "Senin bir kitabını Isparta'da tab'etmişler, çoklar okuyorlar." Ben dedim: "O, yasak olan tab' değil belki müstensihle bazı nüshalar alınmış ki hükûmet ona birşey demez." Hem dedim: "Sakın bunu senin dostun olan iki münafığa söyleme. Onlar böyle birşey arıyorlar ki, bahane etsinler." İşte kardeşlerim, bu adam çendan bir dostumun damadıdır; o münasebetle benim de ahbabım sayılır. Fakat berberlik münasebetiyle vicdansız muallim ve münafık müdürün dostudur. Orada kardeşlerimizden birisi bilmeyerek öyle söylemiş. İyi oldu ki, en evvel geldi, bana haber verdi. Ben de tenbih ettim, fenalığın önü alındı. Ve teksir makinası binler nüshaları bu perde altında neşretti.” Lem’alar: 106
Evet, “İslâmiyet düşmanları,..... safdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek "İfrata gidiyorsunuz" gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar. İşte böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı çeşitli iftiralarla bizi korkutmaya, yıldırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.” Sözler: 768
Demek müteyakkız bulunmak şart…Müteyakkız olmak için de tayakkuzun telkini ve ihtarları şart…Fakat müfsid cereyan bu telkinleri de su-i te’vil ettirip durdurmak ister.