„Kur’anda Risalelere İşaret Var mı?“
sorusuna bir soruyla cevab:
Sende Kurandaki işarî manaları gören göz varmı???
Ben de Sure-i Nur'daki اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِilâ âhir... âyetinin rasathanesine girip imanın dûrbîniyle bu Âyet-i Hasbiye'nin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm: …
Lem'alar ( 257 )
وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ
…
Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir. Yaş ve kuru, herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. ..
Sözler ( 252 )
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan mefahimiyle, mana-yı sarihiyle ifade-i hakaik ettiği gibi; üslûblarıyla, hey'atıyla çok maânî-i işariyeyi dahi ifade ediyor. Her bir âyetin çok tabaka-i manaları var. Kur'an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün manaları murad olabilir. İnsanın cüz'î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi, bir iki manaya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen âyât-ı Kur'aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaikı beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaikı var. Ve bilhâssa hurufatında ve mana-yı sarihinden başka, işaratında çok ulûm-u mühimme vardır.
Lem'alar ( 34 )
Evet madem Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan
· her asırda her ferde hitab eder
· ve bir ilm-i muhit ve bir irade-i şamile ile herşeye bakabilir;
· ve madem ülema-i İslâm'ın ittifakıyla, âyetlerin mana-yı sarihinden başka işarî ve remzî ve zımnî müteaddid tabakalarda manaları vardır.
Ve madem يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا gibi hitablarda her asır gibi, bu asırdaki ehl-i iman, Asr-ı Saadetteki mü'minler gibi dâhildir.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 58 )
Kur’andaki işarî manaları dahi gösteren Risale-i Nurdan örnekler
Ey MÜSTEB'İD, mesela وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَayetinde işarî mana olan sadakanın kabul şartlarını gören gözün varmı??
„size rızık olalarak verdiğimizden infak ediniz!“ mealindeki ayette sadakanın kabul olması için lazım olan 5 şartı gören ve gösteren bir tefsir elbette Kuranın fitne-i ahirzamanda ehl-i imanın imanını kurtaran tefsire işaret eder ve etmiştir!
Ama o işareti gören göz lazım!
Nasılki latif suya maddi gözle bakılsa, hiç bir şey görülmez ama aslında bir katre suda o kadar küçüklüğüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ı hurdebîniye vardır…ancak mikroskop gibi gözle görünür…
Öylede kurandaki işarî manaları ,o Kelamın sahibi dilediğine gösterir, ve Ahir zamanda Risale-i Nurda göstermiştir.
İkinci misal:وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَŞu cümlenin hey'atı, sadakanın şerait-i kabulünün beşine işaret eder.
Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, وَمِمَّاlafzındaki مِنْ-i teb'îz ile o şartı ifade eder.
İkinci şart: Ali'den alıp Veli'ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. Şu şartı رَزَقْنَاهُمْlafzı ifade ediyor. "Size rızık olandan veriniz" demektir.
Üçüncü şart: Minnet etmemektir. Şu şarta رَزَقْنَاdaki نَاlafzı işaret eder. Yani "Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur."
Dördüncü şart: Öyle adama veresin ki, nafakasına sarfetsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbul olmaz. Şu şarta يُنْفِقُونَlafzı işaret ediyor.
Beşinci şart: Allah namına vermektir ki, رَزَقْنَاهُمْifade ediyor. Yani "Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz."
Şu şartlarla beraber bir tevsi' de var. Yani: Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dahi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor. İşte şu aksama مِمَّا lafzındaki مَا umumiyetiyle işaret ediyor. Hem şu cümle de bizzât işaret ediyor. Çünki mutlaktır, umumu ifade eder. İşte sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şart ile beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor. Heyetiyle ihsas ediyor. İşte heyette böyle pek çok nazımlar var. Kelimatın dahi birbirine karşı, aynen geniş böyle bir daire-i nazmiyesi var.
Sözler ( 371 )
Hem bugün Ehl-i sünnet vel Cemaat ve şia arasında mühim bir münakaşa sebebi olan imamet meselesini dahi Risale-i Nur kurandan istihrac ettiği işarî manalar ile halletmiştir aslında…
Mes'ele şudur:
Ehl-i Sünnet Ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Erbaa'nın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (R.A.) daha efdaldir ve hilafete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti."
Şîalar derler ki: "Hak, Hazret-i Ali'nin (R.A.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali'dir. (R.A.)"
Lem'alar ( 22 )
Âl-i Beyt'ten bir kutb-u a'zam demiş ki: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali'nin (R.A.) hilafetini arzu etmiş, fakat gaibden ona bildirilmiş ki:
Murad-ı İlahî başkadır. O da, arzusunu bırakıp, murad-ı İlahîye tâbi' olmuş."
Mektubat ( 99 )
Murad-ı İlahî nereden ögrenilir? Kur‘andan!
Halifelerin murad edilen sırasını Kur‘anda işarî mana olarak gören ve gösteren tefsir ise, sadece Risale-i Nurdur!
BEŞİNCİSİ:مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرَيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا ilâ âhir...
Şu âyetin başı, Sahabelerin Enbiyadan sonra nev'-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebeb olan secaya-yı âliye ve mezaya-yı galiyeyi haber vermekle, mana-yı sarihiyle; tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber,
mana-yı işarîsiyle; ehl-i tahkikçe
vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefa-yı Raşidîn'e hilafet tertibi ile işaret edip her birisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hâssayı dahi haber veriyor. Şöyle ki:
وَالَّذِينَ مَعَهُ maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hâssa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık'ı gösterdiği gibi,
اَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ ile istikbalde Küre-i Arz'ın devletlerini fütuhatıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâıka gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer'i gösterir.
Ve
رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ ile istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken kemal-i merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefs ederek Kur'an okurken mazlumen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman'ı da haber verdiği gibi,
تَرَيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَ رِضْوَانًا saltanat ve hilafete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali'nin (R.A.) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harbleriyle mes'ul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı İlahî olduğunu haber veriyor.
Lem'alar ( 31 )
İKİNCİ NÜKTE: İşte bu âyet-i kerime مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًاtabiriyle, sırat-ı müstakimin ehli ve hakikî niam-ı İlahiyeye mazhar, nev'-i beşerdeki taife-i Enbiya ve kafile-i Sıddıkîn ve cemaat-ı şüheda ve esnaf-ı sâlihîn ve enva'-ı tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber, âlem-i İslâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra o beş kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhureleriyle zikretmekle onlara delalet edip ifade ettiği gibi, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caz ile o taifelerin istikbaldeki reislerinin vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor.
Evet مِنَ النَّبِيِّينَ nasılki sarahatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a bakıyor.
وَالصِّدِّيقِينَfıkrasıyla Ebu Bekir-is Sıddık'a bakıyor.
· Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra ikinci olduğuna
· ve en evvel yerine geçeceğine
· ve "Sıddık" ismi, ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve sıddıkînlerin başında görüneceğine işaret ettiği gibi;
وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn'i üçünü beraber ifade ediyor.
· Hem üçü Sıddık'tan sonra nübüvvetin hilafetine mazhar olacaklarını
· ve üçü de şehid olacaklarını, fazilet-i şehadetleri de sair fezaillerine ilâve edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade ediyor.
وَالصَّالِحِينَ kelimesiyle Ashab-ı Suffe, Bedir, Rıdvan gibi mümtaz zevata işaret ederek
وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا
cümlesiyle mana-yı sarihiyle onların ittibaına teşvik ve Tâbiînlerdeki tebaiyeti çok müşerref ve güzel göstermekle, mana-yı işarîsiyle hulefa-i erbaanın beşincisi olarak ve اِنَّ الْخِلاَفَةَ بَعْدِى ثَلاَثُونَ سَنَةًhadîs-i şerifin hükmünü tasdik ettiren müddet-i hilafeti azlığıyla beraber kıymetini azîm göstermek için o mana-yı işarîsiyle Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh'ı gösterir.
Elhasıl: Sure-i Feth'in âhirki âyeti, hulefa-i erbaaya baktığı gibi, bu âyet dahi teyiden, ihbar-ı gayb nev'inden onların istikbaldeki vaziyetlerine kısmen işaret suretiyle bakar. İşte Kur'anın enva'-ı i'cazından olan ihbar-ı gayb nev'inin lemaat-ı i'caziyesi âyât-ı Kur'aniyede o kadar çoktur ki, hasra gelmez. Ehl-i zahirin kırk elli âyete hasretmeleri, nazar-ı zahirî iledir. Hakikatta ise binden geçer. Bazan bir âyette dört beş vecihle ihbar-ı gaybî bulunur.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Lem'alar ( 35 )
Böyle bir tefsire „yaklaşık bir asır öncesinin ifadesidir“ (Nurettin Yıldız) diyen sadece kendi körlüğünü ifade etmiş olur!
Yukardaki delillerden sonra böyle bir tefsire Kuran tarafından işaret edildiğinden şüphe etmekde bakar körlüktür.
Risale-i Nur doğrudan doğruya
· Kur'anın bahir bir bürhanı
· ve kuvvetli bir tefsiri
· ve parlak bir lem'a-i i'caz-ı manevîsi
· ve o bahrin bir reşhası
· ve ogüneşin bir şuaı
· ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan
onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur'anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur'un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur'an izin verir.
Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem.
Şualar ( 686 )
1. Şua , Keramet-I Aleviye ve Gavsiye gibi Risalelelerin yazılış hikmetleri nedir?
Risale-i Nur'un hizmet-i imaniyede bu zamanda binler tahribatçılara mukabil yüzbinler tamiratçı lâzım gelirken,
· hem benimle lâakall yüzer kâtib ve yardımcı bulunmak ihtiyaç varken,
· değil çekinmek ve temas etmemek,
· belki millet ve ehl-i idare takdir ile ve teşvik ile yardım ve temas etmek zarurî iken
· ve o hizmet-i imaniye hayat-ı bâkiyeye baktığı için hayat-ı fâniyenin meşgalelerine ve faidelerine tercih etmek, ehl-i imana vâcib iken,
kendimi misal alarak derim ki: Beni herşeyden ve temastan ve yardımcılardan men'etmek ile beraber aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaşlarımın kuvve-i maneviyelerini kırmak ve benden ve Risale-i Nur'dan soğutmak ve benim gibi ihtiyar, hasta, zaîf, garib, kimsesiz bir bîçareye, binler adamın göreceği vazifeyi başına yüklemek ve bu tecrid ve tazyiklerde maddî bir hastalık nev'inde insanlar ile temas ve ihtilattan çekilmeğe mecbur olmak, hem o derece tesirli bir tarzda halkları ürküttürmek ile kuvve-i maneviyeyi kırmak cihetleriyle ve sebebleriyle, ihtiyarım haricinde
ve bütün o manilere karşı
Risale-i Nur şakirdlerinin kuvve-i maneviyelerinin takviyesine medar ikramat-ı İlahiyeyi beyan ederek Risale-i Nur etrafında manevî bir tahşidat yaptırmak
ve Risale-i Nur kendi kendine, tek başıyla başkalarına muhtaç olmayarak bir ordu kadar kuvvetli olduğunu göstermek hikmetiyle bu çeşit şeyler (1. Şua vs.) bana yazdırılmış. Yoksa hâşâ kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh etmek ve hodfüruşluk etmek ise; Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir esası olan ihlas sırrını bozmaktır. İnşâallah Risale-i Nur kendi kendine, hem
Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 11- 12 )
Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me'yusane çabalarken, Risale-in Nur (Risalet-ün Nur) Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu ..gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, manevî imdad getirmek hizmetinde hârika bir emirber neferi olarak Âyet-ül Kübra Risalesi'ni İmam-ı Ali Radıyallahü Anhu keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 37 )
Birinci Şuaya muaraza GIYBETTiR
Ben, senin içtihadında hata var diyenlere ve isbat edenlere teşekkür edip ruh u canla minnetdarım. Fakat
· şimdiye kadar o içtihadımı tamamıyla kanaatla tam tasdik edenler, binler ehl-i iman ve onlardan çokları ehl-i ilim tasdik ettikleri
· ve ben de dehşetli bir zamanda kudsî bir teselliye muhtaç olduğum bir hengâmda, sırf ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile muhafaza niyet-i hâlisasıyla
· ve Necmeddin-i Kübra, Muhyiddin-i Arab gibi binler ehl-i işarat gibi cifrî ve riyazî hesabıyla beyan edilen bir müjde-i işariye-i Kur'aniyeyi kendine gelen bir kanaat-ı tâmme ile, hem mahrem tutulmak şartıyla beyan ettiğim
· ve o içtihadımda en muannid dinsizlere de isbat etmeğe hazırım, dediğim halde
beni gıybet etmek, dünyada buna hangi mezheble fetva verilebilir, hangi fetvayı buluyorlar? Ben herşeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlahiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşı hakkımı helâl etmem! Titresin!.. Bütün sâdâtın ceddi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesini muhafaza için hayatını ve herşeyini feda eden bir mazlûmun şekvası, elbette cevabsız kalmayacak!..
İllâ bir şart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ı Şerifte bana ve hâlis kardeşlerime verdiği endişe ve telaşı, hakperestlik damarıyla, büyüklere lâyık ulüvv-ü cenabla, enaniyet-i taassubkâranesini hakikata ve insafa feda edip tamire çalışmasıdır; müşfik ve munsıf bir hoca tavrıyla, kusurumuz varsa bize lütufkârane ihtar ve ikazdır. Cenab-ı Hak Settar-ul Uyûb'dur, hasenat seyyiata mukabil gelse afveder.
İman hizmetinde yüzbinler insanın imanını tahkikî yapmak hasenesine karşı, benim gibi bir bîçarenin hüsn-ü niyetle, kuvvetli emarelerle inayet-i İlahiyeden tasavvur ettiği bir müjde-i Kur'aniyenin tefehhümünde bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da, o hasenata karşı gelemez, setr-i uyûb perdesini yırtamaz! Her ne ise.
Bu mes'ele yalnız şahsıma taalluk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnetdar olurdum. Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat'î kanaatımız olduğu gibi; yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş. Risale-i Nur ve mukaddematları, buna bir hüccet-i katıadır.
Fakat
· garaz
· ve inad
· ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden
· ve esrar-ı mestûreyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıblara karşı Eski Said (R.A.) lisanıyla derim:
İşte meydan! En mutaassıb ülemadan ve en büyük veliden tut, tâ en dinsiz feylesoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur'daki davaları isbat etmeğe hazırım ve hem de isbat etmişim ki, benim mahvıma ve i'damıma mütemadiyen çalışan zındık feylesoflar ve mülhidler, o davaları cerhedemiyorlar ve edememişler!
Hem bütün hayatımda delilsiz davaları zikretmediğim, sizin gibi eski ve yeni arkadaşlarım biliyorlar. Bâhusus Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'dan aldığım bir kuvvetle, Avrupa feylesoflarına Risale-i Nur meydan okur. Risale-i Nur bu zamanda medar-ı nazar bir hâdise-i Kur'aniye olduğundan, bir-iki işaret değil, belki benimle beraber Risale-i Nur şakirdleri tarafından istihraç edilen beş risalede yazılan işaretler, bir cihette bine yaklaşıyor. Bin incecik saçlar dahi toplansa kuvvetli bir ip olduğu gibi, sarahata yakın bir delalet oluyor. Vahdet-i mes'ele cihetiyle o işaretler birbirine kuvvet verir. Bazı işaratı zaîf görmekle onu inkâr etmek, insafa, hakperestliğe muvafık olamaz. İnkâr eden mazur olamaz.
Hususan
· lüzumsuz
· ve zararlı
· ve müfritane bir gıybet olsa,
bu zamanda ehl-i ilim ortasında ehl-i hakikatı ağlattıracak bir hâdise-i elîmedir.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 61 - 62 )
Giybet hadisesi dahi Kuranın işari manası dairesinde gösterilmiş
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Kardeşlerim!
Kur'an'ın bir tek âyetinin bir tek işareti ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini manevî bir ihtar ile gördüm. اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Şu âyet-i kerimenin makam-ı cifrîsi -şedde ve tenvin sayılmazsa- bin üçyüz ellibirdir, مَيْتًا aslı مَيِّتًا olmasından bin üçyüz altmışbir (1361) ederek; bu tarihte, umûr-u azîmeden bir dehşetli gıybeti, şu âyetin mana-yı işarî külliyetinde dâhil ediyor. Ve umûr-u azîmeden böyle bir acib gıybet aynı tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki:
Onsekiz sene (şimdi yirmiden geçti) müddetinde Sünnet-i Seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından ve onsekiz senedir haps-i münferid hükmünde ihtilattan men' ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususî ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) okuyup "Allahü Ekber" dediğinden ve "Lâ ilahe illallah" hakikatını güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan bir adam, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i İlahiyeden geldiğinden kat'î bir kanaatı ile işarat-ı Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına teselli niyetiyle beyan ettiği için gıybet ve fena tabiratla teşhir etmek ve onun dersleriyle imanlarını kurtaran masum şakirdlerini ondan tenfir edip şübheler vermek; güya ortalıkta medar-ı inkâr bir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor gibi, yalnız o bîçarenin mevhum bir hatasını, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve inadî nazarına göre bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla zemmetmek; elbette bu asırda, bu memlekette Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın kasden işaretine medar olabilir azîm bir hâdisedir. Bence, Kur'an'ın nasılki her sure ve bazan bir âyet ve bazan bir kelime bir mu'cize olur; öyle de bu âyetin tek bir işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyedir.
Bu âyetin bu işareti, bu asırda, Risale-i Nur şakirdlerinin hakkındaki gıybete baktığına üç emare var:
Birincisi: Birinci Şua olan İşarat-ı Kur'aniye Risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanına işaret eden beşinci âyet
olan اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ gayet kuvvetli karinelerle مَيْتًا kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i manasıyla Said-ün Nursî'ye tevafuk etmesidir.
İkinci emare: اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ ilâ âhir... âyetinin makam-ı cifrîsi ve riyazîsi bin üçyüz altmışbir (1361) etmesidir; aynı tarihte, o acib hâdise oldu.
Üçüncü emare: O muhterem ihtiyar zâtı unutmak, belki şahsıma karşı tezyifatını ihtiyarlığına ve çok cihetlerle mabeynimizdeki uhuvvete hürmeten helâl etmeğe karar verdiğim ve biz hizmetkâr olduğumuz Kur'ana havale edip bıraktığım hengâmda, birden ihtiyarım haricinde, beş vecihle zemmi zemmeden, mu'cizane gıybetten altı cihetle zecreden اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا âyeti karşımda kendini gösterip temessül eyledi. Manen, "Bana bak!" dedi. Ben de baktım, birden tesbihat içinde gördüm ki: 1351'den, tâ 1361 tarihini gösterdi. Halimize baktım; perde altında 51'den, tâ 61'e kadar Risale-i Nur meded beklediği İstanbul âfâkında, bir nevi taarruz bulunmuş ve 61'de birden patlamasıdır.
Tahlil: ت dörtyüz, خ altıyüz = bin. م م ى ى yüz. ل ل ك ك yüz. Üçüncü ى ن م yüz. ح ح ح ب د otuz. Dördüncü ى on. Beş elif, bir هـ ile beraber on. Âhirdeki tenvin vakfen elif olduğu için yekûnü bin üçyüz ellibir. {(Haşiye) : Bu âyet bizi şiddetle gıybetten men'ettiğinden, bu hâdiseyi unutmalıyız, medar-ı gıybet etmemeliyiz. İnşâallah, daha tekerrür etmeyecek.} مَيْتًا aslı yâ-i müşeddede olduğundan bin üçyüz altmışbir eder.
Said Nursî
Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 63 - 64 )