DAİRE-İ NUR 

 

1- Daire-i Nur, sahabe mesleği olup Âl-i Beytin dairesidir

Evet,Risale-i Nur’un mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünki Hazret-i Ali, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi; Gavs-ı A’zam (K.S.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur’dan haber verip tercümanını teşci’ etmiş.[1]E:67

 

 

2- Bazı müstaidleri daire-i Nura girmeye davet ve teşvik tarzı

“Madem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir iman var; tam bir ihlas ve tam bir mahviyetle, sebatkârane Risale-i Nur'a şakird ol. Tâ binler, belki yüzbinler şakirdlerin şirket-i maneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Tâ senin hayırların, iyiliklerin cüz'iyetten çıkıp küllîleşsin, âhirette tam kârlı bir ticaret olsun.[2]E:63

 

“Nurlar, mektebleri tam nurlandırmağa başladı. Mekteb şakirdlerini medrese talebelerinden ziyade Nurlara sahib ve naşir ve şakird eyledi. İnşâallah medrese ehli yavaş yavaş hakikî malları ve medrese mahsulü olan Nurlara sahib çıkacaklar. Şimdi de çok müftülerden ve çok ülemalardan Nurlara karşı çok iştiyak görülüyor ve istiyorlar. Şimdi en mühim tekyeler ehli, ehl-i tarîkattır. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandırmaları ve sahib çıkmaları lâzım ve elzemdir. Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatını düşünüp "Tarîkat zamanı değil, bid'alar mani' oluyor" dedim. Fakat şimdi Sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün oniki büyük tarîkatın hülâsası olan ve tarîklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarîkat ehli kendi tarîkatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarîkatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlub olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakikî Nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bid'atlara ve takvayı kıran büyük günahlara girmemek gerektir.[3]Em: 53

 

 

3- Hissî inşikaka vesile olabilen tahrikkâr münakaşalar, daire haricine düşmeye vesile olabileceğini hatırlatan bir ikaz:

“Nur'un hakikî şakirdlerine Nur kâfidir. Onlar da kanaat etmeli, başka şereflere veya maddî, manevî menfaatlere gözünü dikmesin. Hem münakaşa, münazaa ve mesail-i diniyede damarlara dokunacak tarafgirane mübahase etmemek lâzımdır ki, Nur aleyhinde garazkârlar çıkmasın. Hattâ bir hiss-i kabl-el vuku' ile Mustafa Oruç kardeşimizin Risale-i Nur'un mesleğine muhalif olarak birisiyle mübahasesi aynı zamanda, belki aynı dakikada ona gayet hiddet ve şiddetle bir gücenmek kalbime geldi. Hattâ o Nur'dan kazandığı çok ehemmiyetli makamından atmak arzusu oldu, kalben müteessir oldum. Bu benim için bir Abdurrahman idi, neden böyle şiddetli hiddet ettim. Sonra bu bayramda yanıma geldi, Cenab-ı Hakk'a şükür ki, çok ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük hatasını da anladı ve benim burada hiddetimin aynı dakikada hatasını itiraf etti. İnşâallah o keffaret oldu, tam temiz olarak kurtuldu. [4]E: 273

 

 

Bu gelen mektupta da, Nur dairesinde ihtilaf ve inşikaklara vesile olmanın daire haricine düşmeye vesile olabileceği hakkında ciddi bir ikaz var. Şöyle ki:

“Ben sizlere bütün kanaatımla itimad edip istirahat-ı kalble kabre girmek ve Nurların selâmetini size bırakmak bekliyordum ve hiç bir şey sizi birbirinden ayırmayacak biliyordum. Şimdi dehşetli bir plânla, Nur'un erkânlarını birbirinden soğutmak için resmen bir iş'ar var. Madem sizler lüzum olsa birbirinize hayatınızı, kuvvet-i sadakatınız ve Nurlara şiddetli alâkanızın muktezası olarak feda edersiniz. Elbette gayet cüz'î ve geçici ve ehemmiyetsiz hissiyatınızı feda etmeğe mükellefsiniz. Yoksa kat'iyyen bizlere bu sırada büyük zararlar olacağı gibi, Nur dairesinden ayrılmak ihtimali var diye titriyorum. Üç günden beri hiç görmediğim bir sıkıntı beni tekrar sarsıyordu. Şimdi kat'iyyen bildim ki, göze bir saç düşmek gibi az bir nazlanmak sizin gibilerin mabeyninde hayat-ı Nuriyemize bir bomba olur. Hattâ size bunu da haber vereyim: Geçen fırtına ile bizi alâkadar göstermeğe çok çalışılmış. Şimdi, mabeyninizde az bir yabanilik atmağa çabalıyorlar. Ben sizin hatırınız için herbirinizden on derece ziyade zahmet çektiğim halde, sizden hiç birinizin kusuruna bakmamağa karar verdim. Siz dahi, haklı ve haksız olsa benlik yapmamak, üstadımız olan şakirdlerin şahs-ı manevîsi namına istiyorum. Eğer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlar, biriniz Tahirî'nin koğuşuna gidiniz.” Ş: 504

 

Tahirî ağabeyden sordum. Hz. Üstad neden sizin koğuşu tavsiye ediyor? Siz ne yapıyordunuz? Cevaben tebessüm ederek dedi: Biz sadece hizmet ile meşgul idik.

Hz. üstad’ın barışmak mektubu te’sir etti ki bu gelen mektubta diyor:

 

“Sizi ruh u canımla tebrik ederim ki, çabuk yaramızı tedavi ettiniz. Ben de bu gece şifadan tam ferahlandım. Zâten “Medreset-üz Zehra” tevessü’ edip, hakikî ihlas ve tam fedakârane terk-i enaniyeti ve tevazu-u tâmmı daire-i Nur’da aşılıyor, neşreder. Elbette gayet cüz’î ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini ve uhuvvet alâkasını bozamaz ve İhlas Lem’ası bu noktada mükemmel nâsihtir. Şimdi en ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır. Gerçi gayet cüz’î bir nazlanmak oldu. Fakat göze bir saç düşse başa düşen bir taş kadar incitir ki, büyük bir hâdise hükmünde mataram haber verdi. Merhum Hâfız Ali’nin (R.H.) küçücük böyle bir halden, vefatından bir parça evvel şekvası, o vakitten beri belki yüz defa hatırıma gelip beni müteessir etmiş.[5]Ş:511

 

 

4- Bu gelen mektupta da bu zamanda çare-i necat, daire-i Nura girmekle olduğuna dikkat çekiliyor. Şöyle ki:

“Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve müvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırkbin şahid vardır. Demek Risale-i Nur'un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.K:110

 

Burada geçen Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar tabirinden maksad; şeriatta mesuliyet için şart koşulan tebliği duymuş olmak manasında olarak, Risale-i Nurun bu zamanda vesile-i necat olduğunu duymuş olmak kaidesi hatırlatılıyor.

 

Evet, “Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofi-meşreb zâtlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa Risale-i Nur'a karşı rakibane başka bir çığır açmak ile hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur'aniyeye bilmeyerek zarar verir; zındıkaya bir nevi yardım olur.” K:122

 

Bu parçada geçen “eski sermayeleriyle” ifadesi, yani sözleri dinlenir kişiler olmaları cihetiyle cemaatlarını Risale-i Nura teşvik etmelerini, yani asrın müceddidiyetiyle ittifak etmenin lüzumunu hatırlatır.

 

 

“Hakkımda gazete münasebetiyle şimdi ihtar edildi ki: Rus'un cebbar bir kumandanı, gösterdiğin izzet-i imaniye karşısında hiddetini bırakıp tarziye verdiği halde.. Risale-i Nur'un gayet kuvvetli, şahsımın yüz derece fevkinde hâlisane salabet-i imaniye derslerini gören resmî memurlar kalben insafa gelmezler ve inadında devam etseler; elbette Cehennem'den başka hiç bir ceza onları temizlemez. Muvakkat bir ömürde bu azîm hatanın cezası yerleşmez. Çünki bir yağ bozulsa, daha yenilmez. Süt, yoğurt gibi değil. İnşâallah Nurlar onların çoğunu bozulmadan kurtarmış.” Ş:526

 

Evet, hakaik-ı Kur’aniyenin tebliğinde Nurun mesleği olan metanet göstermek, büyük bir meziyet ve dinde samimiyet ve Allah’a tevekkül fazileti olduğundan, tefessüh etmiyen insan buna hürmet duyar.

 

Bu asırda salabet-i diniyenin zayıflamasının mühim bir sebebi, şahsî menfaat ve rahatı esas almak hatası olduğunu anlatan Hz. Üstad şu izahatı veriyor:

“Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.[6]K:105

 

5- Risale-i Nur bir daire değil, tabakatı ve daire haricine düşme sebebleri de şöyle beyan ediliyor:

Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatı var. Erkân dairesine liyakatı olmayan, Risale-i Nur’a muhalif cereyana tarafdar olmamak şartıyla daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti bulunmayan, zıd bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkânlarında ve sahiblerindeki esrar ve nazik tedbirlere, onları teşrik etmemek gerektir.[7] ” K:248

 

“Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da afvediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarîkata mensub müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, hristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza’ noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.” K:247

 

 

6- Risale-i Nura girmeyenler, en azından O’na ilişmemelidirler 

“Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.” K:131

 

“Âtıf’a muaraza eden ve hücum eden tarîkatçı müftü ve taassublu vaiz ve hoca ve ehl-i tarîkat, ehemmiyetli ehl-i ilim ve tarîkat, bu muarazada, en son perdesi rejim hesabına ve tarafgirliğine ve himayesine dayanıp, Âtıf’ın müdafaa ettiği sünnet-i seniye mesleğine taarruz suretine girdiğini; ve Risale-i Nur’a muaraza eden, bilerek veya bilmeyerek zındıkaya yardım ettiğine bir delil, bu defa adliyece benden sordular ki:

Kürd Âtıf, rejim aleyhinde çalışıyor. Demek onun muarızları, rejime dayandılar.” K:265

 

 

7- İhlası kırmanın neticeleri

“Mesleğimiz “Haliliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üss-ül esası, samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.

Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşâallah Risale-i Nur yoluyla Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.” L:163

 

Burada anlatılan sukut sebeblerinin tahlili: yani,

Fedakâr arkadaş; şahsî hukuklardaki fedakârlık manasında olup hizmetin selameti için niza çıkarmamak manasına dikkat çeker.

Takdir edici yoldaş ise; fenafilihvanı, yani kardeşinin meziyetiyle iftihar etme fazileti manasındadır.

Civanmerd kardeş tabiri dahi; hiss-i uhuvvetle ciddî olarak tesanüdü muhafaza eden kahraman olmak meziyetini anlatır.

Samimi ihlasın hakikatı ise; hissiyatını ve enaniyetini fiile çıkarmayıp, kitabdaki düsturlara ciddî bağlılığı ifade eder. İşte bu faziletlerin zıttı, sukut ve daire-i Nurdan inhiraf olabileceği ihtimaline dikkat çekiliyor ki cidden ehemmiyetli bir ikazdır.

Evet, yol iki görünüyor ifadesi dahi; bu zamanda biri, gizli cereyan, diğeri Nurculuk cereyanı var. Nur hizmeti, mezkür fazilet esaslarına dayanır. O esaslara zıd hareket etmek, hizmete zarar ve gizli cereyana yardım olur. O halde bu husus çok nazik ve manevî mesuliyeti ağır bir meseledir.

Eğer denilse, dinde hiç tenkid yok mu? Tenkid var fakat haklı tenkidin şartları da var. Evvela tenkid edilecek olan hata, kitab da açık olarak beyan edilmiş olmalı ve hukuk-u umumiyeye zarar veren hata da olması şarttır. Hem bu hatanın sahibi hatasının doğru olduğunu iddia ve israr etmelidir. Nedamet ediyorsa dokunulmaz.

 

Hem tenkidde muhalefet hissi olmayıp sadece muhafaza niyeti olmalıdır. Mesela:“Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filan yere gitti.” M:277 cümlesinde olduğu gibi… bu hususta daha da hükm-ü şer’î nakledilebilir. Daire-i Nurda esas alınacak tenkidin icmalen fakat cami bir tarifi şöyledir.

 

“En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar. O müdhişin en müdhişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse. Zira iman hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam, hem teslim, hem manevî imtisaldir. Şu tenkid; imtisali, iltizamı, iz’anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır. Şu zaman-ı tereddüd ve evhamda, iz’an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. “Bîtarafane muhakeme” dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar.” H:140

 

 

8- Daire-i Nurda sebat etmek manasında tevhid-i kıble etmenin lüzumu hakkında bir ikaz

“Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur’un dâiresi hâricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren mânevî güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kay­beder.

Hem Risale-i Nur’un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve Sahâbenin sırr-ı verâset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösterenmeşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet” ise, hâriç dâirelerde o pedere ve o mürşide üç cihetle zarar vermek suretiyle, bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz; birtek peder ye­rine, pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddit şefkatleri, bir pederin şef­katini hiçe indirir.

Dâireye girmeden evvel bulduğu şeyhi, her fert o şeyhini, mürşidini, dâirede dahi muhâfaza ede­bilir. Fakat şeyhi olmayan, dâireye girdikten sonra, ancak dâire içinde mürşid arayabilir. Hem Risaletü’n-Nur’un velâyet-i kübrâ olan sırr-ı verâ­set-i Nübüvvet feyzini veren ders-i hakâik dâire­sindeki ilm-i hakikat dahi dâire hâricindeki tari­katlere ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarikati yanlış an­layıp, güzel rüyalar, hayaller, nur ve zevklere müptelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî zevkleri arzulayan ve merciiyet maka­mını isteyen nefisperestler ola...

Bu dünya dârü’l-hizmettir; külfet ve meşakkat ile ücret ölçülür—dârü’l-mükâfat değil. Onun için­dir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerâmetlerdeki ezvâk ve envâra ehemmiyet vermiyorlar. Belki bazan kaçıyorlar, setrini istiyorlar.

Hem Risale-i Nur’un dâiresi çok geniştir; şâkirt­leri pek çoktur. Hârice kaçanları aramaz, ehem­miyet vermez, belki daha içine almaz. Her in­sanda bir kalb var. Bir kalb ise, hem dâirede, hem hâriçte olamaz.

Hem hâriçteki irşâda hevesli zâtlar, Risale-i Nur­’un şâkirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç ci­hetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takvâ dâire­sindeki talebeler irşâda muhtaç olmadıkları gibi, hâriçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşad değildir. Eğer bu şâ­kirtleri severse, evvelâ dâire içine girsin, o şâkirt­lere peder değil, belki kardeş olsun—fazileti zi­yade ise ağabeyleri olsun.

Hem bu hâdisede göründü ki, Risale-i Nur’a in­tisâbın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiyatı veren ve o yolda bütün âlem-i İslâm nâmına dinsizliğe karşı mücâhede vaziye­tini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mes­leği terk edip başka mesleklere giremez.OL:672

 

Ahirzamanda hakiki kurtuluş çaresi olan müceddidiyete yani cadde-i kübraya ciddi bağlılığı esas almayıp başka mesleğe girmek, adeta bu cadde-i Kur’aniyeyi beğenmemek manasına geleceğinden mesuliyeti büyük olur. Bk. Bu derlemenin 4. arabaşlığı 1.bend

 

 

9- Fiilî sadakatın lüzumu

“Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen; hizb-ül Kur’anın fedakâr hâdimlerini hubb-u câh vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o manevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar. Şöyle ki:

İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î-küllî arzu vardır. Hattâ o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır. Yani: Bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlub eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar.(Haşiye)” M:412

 

Evet, cay-ı dikkattır ki, daire-i Nurda görünen bazı kimselerin, aşırı bir iltifat ile enaniyet hissini okşamakla kendine çekmek olan bazı sahte manzaraların giderek artması, Hz. Üstadın bu ikazının ne kadar isabetli olduğunu isbat eder. O halde bu ikaza ciddi kulak verilmelidir.

Esasen iltifat ve teşvikkâr davranışlar meşrudur. Fakat çok şeylerin sahtesi ve hakikisi vardır. Bunların tefrik etmek için feraset gerek.

Evet,

 

اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِsırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse; soğuk görür, manen nefret eder.” M:414

 

Fakat kişi bu nefret hissini fiile çıkartmaz, ancak öyle kişilerin iltifatına kapılmaz.

Netice: Az bir mikdarda nazara verilen bu ders ve ikazlara ciddi kulak verip daire-i Nurda ihlas ve sadakatla sebat etmek, dünyaya geliş gayesinde ehemmiyetli bir meseledir.

 

“Daire-i Nur” 1,2,3,4 sesli dersler:

http://risaleinurdersi.com/index.php/goeruentuelue-dersler/alfabetik-dersler/d-harfi/220-daire-i-nur-1-02072006-fatih-sesli-ders

 

http://risaleinurdersi.com/index.php/goeruentuelue-dersler/alfabetik-dersler/d-harfi/221-daire-i-nur-2-09072006-fatih-sesli-ders

 

http://risaleinurdersi.com/index.php/goeruentuelue-dersler/alfabetik-dersler/d-harfi/222-daire-i-nur-3-16072006-fatih-sesli-ders

 

http://risaleinurdersi.com/index.php/goeruentuelue-dersler/alfabetik-dersler/d-harfi/223-daire-i-nur-4-30072006-fatih-sesli-ders

 

http://risaleinurdersi.com/index.php/goeruentuelue-dersler/alfabetik-dersler/d-harfi/224-daire-i-nur-5-06082006-fatih-sesli-ders

 

 

 


[1] Bu kısımda, Asr-ı Saadette başlayan sahabe mesleğinin, Âl-i Beytte devam edip son devresini Risale-i Nurun temsil ettiği bildiriliyor. O halde hakiki Nurculuk hareketine bu kıymette ve hürmette bakılmasına manevî mükellefiyet vardır.

[2]Yani daire-i Nura tam ihlas ve mahviyet ve sebatı esas almak, makbuliyet sebebidir. Yoksa önde görünüp teveccühleri kazanayım hissi tersine mesuliyet sebebidir. Evet, böyle şerefli meslek, fazileti ister. Yoksa inşikaklar doğar.

[3] Yani Hz. Üstad, mekteb ehlinin ve ulema sınıfının ve tarikat dairelerinin bid’alara girmemek şartiyle Risale-i Nura girip kuvvet vermelerinin lüzumunu beyan ediyor. Yani hakaik-ı Kur’aniye etrafında birleşip hizbullah olmak gerekiyor.

[4] Demek daire-i Nurda tahrik edici ve damarlara dokunan münakaşaların hizmete büyük zararları vardır. Bu hususta hizmet dairesinde bulunan nurcuların daha çok dikkatli olmaları gerekiyor.

[5] Yani velayet sahibi olan Tahirî ağabey, ihtilafa kapı açmayan örnek bir zat olarak burada nazara veriliyor. Hem burada bahsedilen ihtilaf sebebi hissi olup esasata dayanmıyor ki uzaklaşmayı gerektirsin.

[6]Yani cemiyetteki ifsadatı anlayıp ondan uzak durulsun ve kalben nefret edilebilsin ki tesirinde kalınmasın ve Nur dairesine girmiş olmanın yolu ve hakikatı anlaşılsın diye bir ikaz var.

[7]Yani Risale-i Nura muhalif cereyana tarafdar olmamak; keza meslekler sahasında da Nura zıt mesleğe girmemek; hem bid’aya kalben nefret etmek olarak daireye girmeye mani üç şart anlatıldı.

(Haşiye): O bîçareler, “Kalbimiz Üstad ile beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, “Kalbim safidir. Üstadımın mesleğine sadıktır.” demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun, kalbim safidir.”