DERS, TEDRİS ve DERSHANE
1- Hz. Üstad kendine bedel Risale-i Nur’dan ders almayı tavsiye ederken diyor ki:
“Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur'dan bir cüz'ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar.” Ş:493
Burada Risale-i Nura vâkıf ve sahib olanların ders yapmalarına işaret olduğu gibi daire-i nurda hizmetleri fiilen yürüten has talebeler ve bu has talebelerin hizmet istikametleri için görüştükleri erkanlar, yani nurun istikametini bilip gösteren şahsiyetlerden bahisle nurun hizmetinde vazife taksimi mahiyetinde olarak hizmet şeklinden bahsediliyor.
2-Hz. Üstad şahsi dükkânını (yani şahsî anlayışını bizlere ibret için) kapadığını şöyle ifade eder:
“Benimle görüşmek arzunuzu hissettim. Kardeşlerim, benimle görüşmek iki cihetle olur. Ya dünya cihetiyle, yani hayat-ı içtimaiye-i insaniye itibariyledir. Şu cihetteki kapıyı kapamışım. Veya hayat-ı uhreviye ve hayat-ı maneviye cihetiyledir. O da iki vecihledir. Biri: Şahsıma haddimden fazla hüsn-ü zan edip, şahsımdan bir istifade-i maneviyeyi niyet etmektir. Şu vechi de kabul etmem. Çünki ben Kur'an-ı Hakîm'in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünki Kur'an-ı Hakîm'in kudsî elmaslarının kıymetlerine şübhe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara [1] da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, [2]bir şübhe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat'iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı[3]yeter.[4] Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor.” B:269
3-Cemaat halinde ders okunurken izah olmalı mı?
“Şimdi Risale-i Nur Külliyatından, iman, Kur'an ve Hazret-i Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkında olan eserlerden bazı kısımları aynen okuyacağım. Siz bu eserleri elde edip tamamını okursunuz. Okurken, belki izah edilmesini isteyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat bu hususta arzedeyim ki, üstadımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bazan okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, imanî mes'eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir mes'eleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır."
Okunan Türkçe veya Arabça bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa, onu getirip okuyor. Risale-i Nur'daki gayet ince nükteleri derkeden basiretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir fakat Risale-i Nur'u cemaata okurken tafsilâta girişip eski malûmatlarıyla açıklarsa, [5]bu izahatı, Risale-i Nur'un beyan ettiği, asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevab veren [6] hakikatların anlaşılmasında ve tesiratında ve Risale-i Nur'un mahiyetinin derkine [7]bir perde olabilir. Bunun için, bazı lügatların manalarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.
İstanbul Üniversitesindeki kardeşlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hülâsaten deriz ki: Risale-i Nur, gayet fasih ve vecizdir. Sözün kıymeti; îcazındadır, kısalığındadır. Bir mes'ele-i imaniye ve Kur'aniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifade vardır.” S:772
Bu kısımda şöyle bir sual akla gelebilir ki: verilen bu izahat ve konferans eserindeki bilgiler ve bazı talebelerin lâhikalara giren mektupları gibi bahisler bu yukarıda bildirilen kaideye ters düşmez mi? Cevaben denilir ki: Burada verilen izahlar Risale-i nuru vehbi ilimle gösterdiği derslere ilave tarzında değildir. Ancak mevcud manalara dikkat çekilir. Konferansta hâkim olan mana, Risale-i Nura, Hz. Üstada ve hizmet ve düşmanların ehemmiyetine dikkat çekmektir. Keza Risale-i Nurla izah etmek şeklindeki düsturun tatbiki halinde de yine Risale-i Nurun vehbi ilminin hakimiyeti hükmeder.
“Evetmanevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmağa ve başka üstadlardan taallüm edilmeğe ve müderrisînin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan[8]herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir.” Ş:690
“Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Re'fet Bey!
Namınıza yazılan Onikinci Lem'anın izaha muhtaç noktalarının izahına şimdilik ihtiyaç yoktur. Asıl maksad, âyâta gelen evhamın def'’ine kifayetidir. Ve bu nokta-i nazarda kâfi derecede herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir.” B.344
“Zâten mükerren demiştim. Herkes her risalenin her mes’elesini anlamasına muhtaç değildir. Ne kadar anlarsa kâfidir.” B:345
4-Yüksek ilim sahibi olanlar dahi yine Risale-i Nurun dersini iltizam etmeleri lazım
“Meydan-ı istifadeye vaz'edilen eserler, mîrî malıdır; yani Kur'an-ı Hakîm'in tereşşuhatıdır. Hiç kimse, enesiyle onlara temellük edemez! Haydi farz-ı muhal olarak ben enemle o eserlere sahib çıkıyorum, benim bir kardeşimin dediği gibi: Madem bu Kur'anî hakikat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak, ehl-i ilim ve kemal arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğna etmemelidirler. Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ülemanın âsârları, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir; fakat bazı zaman olur ki, bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur. Çünki hazine kapalıdır;[9] fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir. Zannederim ki, o enaniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki: Neşrolunan Sözler, hakaik-i Kur'aniyenin birer anahtarı ve o hakaiki inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılınçtır. O ehl-i fazl u kemal ve kuvvetli enaniyet-i ilmiyeyi taşıyan zâtlar bilsinler ki; bana değil, Kur'an-ı Hakîm'e talebe ve şakird oluyorlar.[10] Ben de onların bir ders arkadaşıyım. Haydi farz-ı muhal olarak ben üstadlık dava etsem, madem şimdi ehl-i imanın tabakatını, avamdan havassa kadar, maruz kaldıkları evham ve şübehattan kurtarmak çaresini bulduk; o ülema ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi iltizam edip ders versinler, tarafdar olsunlar.” M:425
5- Derste bazı kısımların tekrar edilmesi
“Hutbe-i Şamiye namında matbu Arabî risaleyi, Arabî bilmediğimiz için üstadımızdan rica ettik ki: Bize bir-iki gün ders ver. Birkaç gün zarfında söylediği dersin takririni kaleme aldık. Üstadımız ders verdiği vakit, bazı cümlelerini zihnimizde tam yerleştirmek için tekrar ederdi.” H:79
“Üstadımız Barla'daki dokuz senelik ikametgâhı olan ve Risale-i Nur'un birinci dershanesi, hem altı vilayet genişliğindeki Medreset-üz Zehra'nın çekirdeği bulunan hanesini "Medrese-i Nuriye olarak" Risale-i Nur'a vakfetmişti. [11] Şimdi onu müteakib hem Isparta ve civarı kazaları ve bazı köylerinde, hem Diyarbekir ve şarkta Nur dershaneleri açılmaktadır.
Bu suretle o dershanelerde Nurların okunması ve Nurlarla meşguliyete devam edenlere ve ders alanlara talebe-i ulûm şerefini kazandırmaktadır. Talebe-i ulûmun ise âdi harekâtı, hattâ uykusu dahi ibadet hükmüne geçtiğini bazı büyük müçtehidler beyan etmişler.
Sâlisen: Nurların radyo diliyle Anadolu ve âlem-i İslâm'a intişarının ilk mukaddemesi, mübarek leyle-i berata tevafuk etmesi, bu vatan ve âlem-i İslâm hakkında Risale-i Nur lehinde büyük bir hayrın alâmeti ve işaretidir.” Em:231
6- Kadın dershanesinin tarzı hakkında bir mektub
(Bir kısım genç hanımların Zübeyr Ağabeye sordukları suale verdiği cevabdır.)
1- Peygamberimiz (A.S.M.) kızını niye Ashab-ı Suffa tarzında bir hayata dahil etmemiş. O zamanda kızına kız arkadaş bulunmuyor mu idi?
2- Kadınlar da erkekler gibi bu zamanda Medrese hayatı yaşayabilirler mi?
C-Ashab-ı Suffa’nın iki temel vazifesi vardı:
A-Tedris B-Tederrüs ve Tebliğ
Hanımlar da aynı vazifeyi, gerek o zamanda gerekse bu zamanda yapabilirler ve yapmalıdırlar. Bunun için evden ayrılmaya zaruret yoktur. Zaten erkeklerin evden ayrılmasına sebeb olan hal kadınlar için mevzu-u bahis değildir, şöyle ki:
Erkek babasının evinde kaldığı takdirde bir işte çalışması zarureti vardır. Kadınlar ise evinde rahatlıkla okuyabilir. Ayrıca fıtraten zaife olduklarından bir hâmiye muhtaçtır. (Bakınız:Tesettür Risalesi) Fakat bu hâmi mutlaka zevci olmak demek değildir. Babası veya erkek kardeşi tasvibkâr ve hâmi olduğu müddetçe mücerred kalarak hizmet edebilir.
Burada en mühim cihet; gayrındedikodu ve iftiralarını nazara almak demektir. Zira hakkında iftira olan hanımın hizmet sahası çok daralır veya hizmet edemez. Bu hususta çok dikkatlı olmalı ve tenkide sebeb olacak hallerden çekinmelidir.
Hanımların tedris vazifesi evlerinde olduğu gibi tederrüs ve tebliğ de şöyle olması en münasib olur:
En az iki kişi olmak üzere her gün bir arkadaşın evine gidip ona ders yapmak ve Risale-i Nur’un hizmet düsturlarını ve bu zamandaki ehemmiyetini anlatmak ve onuda davet etmek. Böylece gidip gelme ile samimiyet teessüs eder.
Üstad Hazretlerinin hayatında kadınların da erkekler tarzında Medrese hayatı yaşamalarının mümkün olduğu hakkında bir emareye rastlanmıyor. Fakat babasının evini medrese haline sokabilen bir hanım, arkadaşlarını misafir ederek pek ala bu tarza yakın bir hayat içinde bulunabilirler. Fakat bu gaye değil vesiledir, gaye hizmettir.)
Demokrat hükümeti devresinde, yani 1952 lerde ve medreseler hakknda Hz. Üstad diyor ki:
“Ben Isparta'ya geldiğim vakit, Isparta'da İmam-Hatib ve Vaiz Mektebinin açılacağını haber aldım. O mektebe kaydolacak talebelerin ekserisi Nurcu olmaları münasebetiyle o mektebin civarında gayr-ı resmî bir surette bir Nur Medresesi açılıp, o mektebi bir nevi Medrese-i Nuriye yapmak fikriyle bir hatıra kalbime geldi. Bir-iki gün sonra güya bir ders vereceğim diye etrafta şâyi' olmasıyla o dersimi dinlemek için rical ve nisa kafilelerinin etraftan gelmeleriyle anlaşıldı ki, böyle nim-resmî ve umumî bir Medrese-i Nuriye açılsa o derece kalabalık ve tehacüm olacak ki, kabil olmayacak. Afyon'da mahkemeye gittiğimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimalar olmak ihtimali bulunduğundan o hatıra terkedildi. Kalbe bu ikinci hakikat ihtar edildi. Hakikat da şudur:
Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlas Risalesi'nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.
29.11.1951 Eskişehir Said Nursî”
Bu parağrafdan ve Nur Külliyatından anlaşılıyor ki: Demokrat hükümetinden önce Risale-i Nuru ve cereyanını her türlü tecavüzlerle imha edemeyen gizli cereyan, Risale-i Nurun bir derece serbestiyet kazandığı Demokrat devresinde, sinsi cereyanın Nur dairesine hulûl ederek içten bozmak plânını takib edeceklerini bilen Hz. Üstad, daha çok merkezî Nucuların nazarını kemmiyetten keyfiyete çeviriyor ki, hulûl yolunu kapasın manasında bir irşad var. Nitekim bu hususta bazı hatıralar da var. Sisi cereyan, merkezî Nurcuları tahrib etse, geniş dairesi de dağılır diye bir planı takib eder.
7- Hz. Üstadın hususi dershanesi
“Üstad, âhir ömrünü Isparta'da geçirmek, ölümünü oradaki mübarek sâdık kardeşlerinin arasında karşılamak, mezarını Isparta'da Sav'da veya Barla'da vasiyet etmek üzere Isparta'ya geldi. Kira ile bir eve yerleşti. Yanında dört beş talebesi vardı. Bu talebeleriyle Üstad, Hususî dershane-i Nuriyesini vucuda getirmişti. ” T:671
8- Ders yaparken gelen hissiyat-ı aliyesini bildiren Hulûsî Ağabeye, Hz Üstad cevabında diyor ki:
“Cemaata Sözler'i okumak zamanında, sendeki hissiyat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki:
Velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur'an Said'in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.” E:243
Evet Ashab-ı suffa ders yaparlarkenüzerlerine sekinet indiğini bildiren şu rivayet var:
« Allah’ın evlerinden bir evde toplanıp da Allah’ın kitabını tilavet ve onu aralarında karşılıklı okuyup ders yaptıkları zaman muhakkak üzerlerine sekinet iner.» (İslam prensipleri ans:3701.p.)
9- Derste vakar
“Hakaik-i imaniyenin dersi vaktinde o hakaik hesabına ve Kur'an şerefine o makamın iktiza ettiği izzet ve vakar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, başımı ehl-i dalalete eğmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten takınıyorum.” L:174
Evet, derslerde gülmek, güldürmek ve güldürücü ve lâübaliyane hareketlerle ciddiyeti ihlal etmek caiz olmayıp vakarın esas olduğunu Hz. Üstad hatırlatıtıyor.
Bir rivayette: “Kişide iyi hal; libas güzelliği değil, vakar ve ciddiyettir.” buyurulur. (Ramuz-ul-ehadis: sh.362)
“İşte bu bîçare kardeşinizde üç şahsisiyasyet var. Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar.
Birincisi: Kur'an-ı Hakîm'in hazine-i âlîsinin dellâlı cihetindeki muvakkat, sırf Kur'ana ait bir şahsiyetim var. O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil, ben sahib değilim. Belki o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu nev'den ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız, o makamındır.” M:319
10- Ders yapan ehl-i hizmet için istiğnanın lüzumu
“Bu zamanda avam-ı mü’minin tam itimad etmesi ve imin hakikatlarını tereddüdsüz ders alması için öyle muallimler lazım ki, değil dünya menfaatlarını, belki ahiret menfaatlarını dahi ehl-i imanın menfaat-i uhreviyesine feda ederek o ders-i imanide her cihetle şahsi faidelerini düşünmeyip yalnız ve yalnız hakikatlara rıza-yı ilahî ve aşkı hakikat ve hizmet-i imaniyedeki sevk-i hak ve hakaniyeti için çalışsın. Tâ her muhtaç dilsiz kanaat edebilsin, bizi kandırıyor demesin ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiçbir cihetle sarsılmadığını ve hiç birşeye alet olmadığını bilsin, bizi kandırıyor demesin ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiçbir cihetle sarsılmadığını ve hiçbir şeye alet olmadığını bilsin, tâ imanı kuvvetlensin ve o ders aynı hakikattır desin. Vesvese ve şübheleri zail olsun. İşte mezkûr hakikatlar içindirki, mukabil bir şey vermediğim maddi ve manevî hediyeler bana dokunuyor ve kabul edemiyorum.” (Siyaset, Neşriyat ve İzahat Broşürü, Envar Neşriyat: sh. 114)
Yine Hz. Üstad diyor: “Ben maddî ve manevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-ı imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.” Em:80
11- Nurun has dairesindeki küçük cemaatın bütün dünyaya teknik aletlerle ders işittirmeye işaret bir vakıa:
“Senin müjdeli, mübarek ve güzel rü'yanın tabiri, Kur'an için ve bizim için çok güzeldir. Hem zaman tabir etti ve ediyor, tabirimize ihtiyaç bırakmıyor. Hem kısmen tabiri güzel olarak çıkmış. Sen dikkat etsen anlarsın. Yalnız bir-iki noktasına işaret ederiz. Yani bir hakikat beyan ederiz. Senin hakikat-ı rü'ya nev'inden olan vakıalar, o hakikatın temessülâtıdır. Şöyle ki:
O vasi' meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilayetidir. Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atalet ve bid'atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür'atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur'aniyeye sahib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemaat ise; Hakkı, Hulusi, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Hüsrev, Re'fet gibi Sözler'in hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözler'deki kuvvet ve sür'at-i intişarlarına işarettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman'dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikatı ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulusi'ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat'î hükmedemem. O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et.” M:349
Burada anlatılan sarıklı genç, “sarıklı genç” adıyla bir derleme yapılmış ve derlemelerde yerini almıştır. Telsiz âletlerle Risale-i Nuru dünyaya duyurmak ise, şu anda internetle yapılan neşriyat, bu mananın bir masadakı olabilir.
12- Ders dinliyenlere gelen bir fütur sebebi
“Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhur-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması elbette bir derece neş'eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünki o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.
Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur çok mahlukatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemi'leriniz çoktur. Hem mütefekkirane, o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:
آسْمَانْ رَشْكْ بَرَدْ بَهْرِ زَمِينْ كِه دَارَدْ
يَكْ دُو كَسْ يَك دُو نَفَسْ بَهْرِ خُدَا بَرْ نِشِينَنْدْ
Yani: Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde hâlisen-lillah sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar; kendi Sâni'-i Zülcelalinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü eser-i san'atını birbirine göstererek Sâni'lerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.” B:260
Bu beyandan da anlaşılıyor ki: derslerde şa’şaalı kalabalıklar esas değil. Asıl olan mütefekkirane ve ihlas dairesinde yani keyfiyetli cemaat olmalıdır.
13- Dersi nefsine tatbikle okumak
“Hastalara yirmibeş deva-i imanî veren risalenin ilâçlarını nefsimde tatbik ederek, ayn-ı hakikat olduğunu tasdik edip, a'sab ve sinirden gelen ziyade hassasiyetimden kıymetsiz fâni işleri, lüzumsuz ve endişeli meraktan ve faidesiz ve zararlı alâkadan bir derece kurtulmağa sebeb olmasıdır.” K:260
Cemiyetin veya cemaatin yaşayış şekli, muhavere ve sohbetleri, insanların anlayış ve hissiyatına tesir eden en birinci sebeblerdendir. Bu ictimaî kaideye göre asr-ı saadetin müsbet cemiyeti ile asr-ı ahirin menfi cemiyeti olarak başlıca iki çeşit cemiyet nazara alınmalı. Nur medreseleri asr-ı saadetin hususiyetlerini takip eden ve asr-ı hazırın menfi olan ictimai şartlarından uzak duran yaşayışa sahib olmalıdır. Bu husus Nur medreselerimizin nazara alacağı en ehemmiyetli hususdur.
Nur medreselerinin takib edeceği Asr-ı Saadetin üç hususiyeti ise, ictihad bahsinde şöyle mukayese edilir:
“Meselâ: Şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi... Ve selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz'ın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur'an ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek idi.” S.481
İşte dershane-i Nuriye ehli bu mukayeseyi cidden nazara almalıdır. Yani, siyaset meraklar ve dünyevî meseleler ve dinden kopuk beşerî düşünceler olan felsefî alayışlar dershanelere girmemelidir. Kur’andaki marziyat-ı İlahiyeyi ders veren hakaik-ı imaniyenin bahisleri hâkim olmalıdır.
15- Şimdi dershane ile alakalı parçaların Risale-i Nurdan tesbitine geçiyoruz. Hz. Üstad diyor ki:
“Elbette bizlere lâzım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılma ve izin verilmesine binaen, Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes'elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim,(Haşiye) hem marifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşâallah Nur medreseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.” E:248
Yani dersleri yalnız aklen bilmek yeterli değil. Bu irşad ve derslerin kalb ve vicdanda melekeleşmesi lazımdır. Bu kemalat ise hayat boyu devam edip artmalıdır. O halde Risale-i Nurlar, hayat boyu okunup dinlenmelidir.
Yani, ibadet , marifet, huzur tabirleri, derslerin sadece akıl ile anlaşılmasının yeterli olmadığını, bu derslerin kalbe, ruha ve latifelere sirayet edip, nihayî bir hududu çizilmeyen fazilet ve kemalat yolunda hayat boyu tefeyyüz etmenin lüzumuna dikkat çekilir.
Yine Hz. Üstad diyor:“İlim odur ki kalbde yerleşsin. Yalnız akılda olsa insana mal olmuyor.” Hem de diyor ki: “şu mesail yalnız kavaid-i ilmiyye değil, belki vicdanen esas ittihaz ettiğim bazı desatir-i kalbiyemdir.”(Asar-ı bediiyye:634)
Mevzuya devam ediliyor: “Urfa ve Diyarbakır'daki faal Nur talebeleri birer medrese-i Nuriye kurdular. Risale-i Nur'u her sınıf halktan, bilhassa talebelerden, gençlerden gelen cemaate okumak suretiyle ilmî derslere başladılar. Bu zamanda pek ehemmiyetli olan talebe-i ulûmun şerefini ihyâ ettiler.” T:673
“Hadsiz şükrolsun ki şimdi Ankara içinde küçük bir Medrese-i Nuriye manasında, küçük Said'ler ve Nur'un fedakârları her gece birisi bir mecmuayı okur, ötekiler ders alır gibi dinliyorlar. Bazı vakit konferans zamanında bazı mühim adamlar da iştirak ediyorlar.”Em:60
“Diyarbekir'den dün aldığımız mektubda ifade edildiğine göre, Diyarbekir havalisiyle beraber şarkta şimdi ikiyüz kadar Nur dershaneleri açılmış. Ayrıca Diyarbekir'de kadınlara mahsus dört-beş dershane-i nuriye varmış. İnşâallah bu büyük bir hayrın alâmetidir.
Üstadımız on sene evvel işaret ve büyük menfaatını beyan ettiği Nur medreselerinin şimdi bu zamanda açılma işi, tam tahakkuk safhasına girmiş bulunuyor. O zaman demişti: "Şimdi resmen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına izin verilmesine binaen Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes'elesini tam anlamaz. İman hakikatlerinin izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşâallah Nur medreseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor."
Üstadımız Barla'daki dokuz senelik ikametgâhı olan ve Risale-i Nur'un birinci dershanesi, hem altı vilayet genişliğindeki Medreset-üz Zehra'nın çekirdeği bulunan hanesini "Medrese-i Nuriye olarak" Risale-i Nur'a vakfetmişti. Şimdi onu müteakib hem Isparta ve civarı kazaları ve bazı köylerinde, hem Diyarbekir ve şarkta Nur dershaneleri açılmaktadır.
Bu suretle o dershanelerde Nurların okunması ve Nurlarla meşguliyete devam edenlere ve ders alanlara talebe-i ulûm şerefini kazandırmaktadır. Talebe-i ulûmun ise âdi harekâtı, hattâ uykusu dahi ibadet hükmüne geçtiğini bazı büyük müçtehidler beyan etmişler.” Em:231
Evvela, ezvac-ı tahirata, dolayısıyla bütün müslüman kız ve kadınlara hitab eden ve onların kendi evlerinde âyat-ı İlahiyeyi ve ondaki hikmet, iman ve maneviyat derslerini tezekkür yani tekraren okumalarını emreden bir âyet şudur:
“Ey Peygamberlerin kadınları ve kızları! Evlerinizde tilavet olunup duran âyatullahı ve hikmeti anın, toplanıp müzakere edin, yani Kur’anı ve Peygamberin sünnetlerini belleyin, düşünün.» (E.T.3893)
(Bu âyetten ve 181.p.dan buraya kadar geçen ifadelerden anlaşılıyor ki, kadınların dershanesi kendi evleridir. Âyette geçen “kendi evlerinde” ifadesi manidardır.)
Ayrıca bazı kızların, biz de erkekler gibi vakıf olup dershane açmamız mı diye sordukları suale Zübeyir Ağabeyin mektubla verdiği cevabında, babanın veya erkek kardeşlerin himayet altında ve kendi evlerinde olmak şartile olabileceğini söyler. Bu mektub bizde mahfuzdur.
Tayinat alan vakıfların artmasiyle esas teşkil eden medreselerin açılacağını nazara veren Hz. Üstad diyor ki:
“İnşâallah tam Risale-i Nur intişara başlasa; o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur'a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve manevî Medreset-üz Zehra ve Medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak. Benim bedelime bu hakikate, bu hale manevî evlâdlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nur'a kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum. Çok hasta. Said Nursî”Em:234
Yani Risale-i Nurun neşriyatı artınca, vakıf şakirdlere tayinat verme imkânı olacak ve vakıf şakirdler artacak. Vakıflar çoğalınca da medreseler açılacak. Yani vakıfların bulunmadığı dershaneler de olabileceği gibi, asıl dershane, vakıfların varlığına bağlı olduğu ifade ediliyor.
[1]Yani vehbî hakaika.
[2]Yani vehbî ile kesbiyi farkedemeyip.
[3]Yani tecümanlık
[4]Burada Hz. Üstad şahsından nurculara ders veriyor diye düşünüp, şahsî ve kesbî ilimleriyle irşada kalkışmamalı.
[5]Yani Risale-i Nur’un izah ve irşadına kesbî ilimle yardım etmek gerekmiyor ve tutarsızdır. Ancak Risale-i Nuru Risale-i Nurla izah tarzı vardır ve aşağıda zikredilmektedir.
[6] Yani Allah’ın bu asırdaki insanların ahvaline uygun manaları has bir kuluna Kur’andan vehben ihsan eder. Bu manaları kesbî ilimle keşfetmek mümkün değildir. (sadeleştirme braşürün 117/1-117/3 p.lar bakınız.)
[7] Vehbiyete mazhar olan müceddidiyetine
[8]Yani kesbî ilmin yardımına muhtaç olmadan. Şöyle ki:
“Tevfik-i İlahî refiki olan adam, tarîkat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet Kur’andan, hakikat-ı tarîkatı -tarîkatsız- feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza maksud-u bizzât olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın îsal edici bir yol buldum.
Seri-üs seyr olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîkı ihsan etmek, rahmet-i hâkimenin şânındandır.” Ms:212
[9] Yani Kur’an hazinesinin bu asra bakan manaları kapalıdır.
[10]Yani son asrın son mücaedddidine ilhamen verilen hakikatlar Kur’anındır.
[11]Evet hibe edilen mal İslâm hukukunun hükmüyle hibe edilmiş. Kişinin malı gibidir. Resmi tapuya ihtiyaç kalmaz.
(Haşiye): Şayet biri biliyor, taallüm etmeğe muhtaç değilse ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir.