Kur’anda haram olan faiz, “Riba” kelimesiyle ifade edilmiştir. Lisanımızda bu haram olan ribaya faiz de denir. Nasıl ki, Kur’anda geçen “salât” ve “savm”a, lisanımızda “namaz” ve “oruç” dediğimiz gibi...Şeriatta faiz, “ödünç verilen mal veya para için alınan ve şer’an haram olan kâr’dır. Faizin iş hayatındaki manası, “sen çalış, ben yiyeyim”dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır.
Banka, bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsal edilen (üretilen) malların fiatına masraf olarak bu faiz eklenir. Bu sebeble malların fiatı, faiz nisbetine göre artar. Bu malı satın alanlar ödedikleri fiatla birlikte, vaktiyle yatırımcının ödediği faizi kendileri ödemiş olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldıkları faizden çok daha fazlasını, bu malı satın almakla geri ödemiş olurlar. Ayrıca fiatların yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarına tecavüz etmiş olurlar. Çalışmadan para alıp vermekle zen- ginleşen bir zümrenin türemesine de sebeb olurlar. İslâm, faizi haram kıl- makla bu haksızlıkları önler (O.A.L.)
İbn-i Mesud rivayet ediyor: “Peygamberimiz (A.S.M.) faiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve yazıcısını lanetlemiştir” (Bu hadisi Ahmed bin Hanbel, Ebu Davud, İbn-i Mâce ve Tirmizî rivayet etmiştir. Ayrıca İbn-I Hebban ve Hakim inceleyerek sahih kabul etmişlerdir.)
342- BANKA: (İtalyanca i.) Faizle para alıp, veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticarî kuruluş. Bankaların faiz alıp vermesi, dinimizde kat’iyetle haramdır. (Bak: Faiz, Riba)
“Riba atalet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribanın kapıları hem de onun kapları olan bu bankaların her dem nef’i ise, beşerin en fena kısmınadır; onlar da gâvurlardır. Gâvurlardaki nef’i en fena kısmınadır; onlar da zalimler. Her dem zalimlerdeki nef’i en fena kısmınadır; onlar da sefihlerdir. Âlem-i İslâm’a bir zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşer her dem refahı nazar-ı şer’îde yoktur. Zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir; demi hederdir her de... m.” (S.730)
3051- RİBA (Faiz) Kelime manasıyla bir şeyin artması, çoğalması. *Muamelede meşru miktardan tecavüz. *Verilen borç para veya mal karşılığında kâr isteyip zarara ortak olmamak suretiyle hasıl olan haram kazanç. *Fıkıhta: Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı, aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin veya veresiye değiştirmektir.
“Riba bir akid zımnında olur. Bir akidde cins ve miktarı müttehid iki mal
birbirine tekabül ettirilerek mübadele edilmiş olduğu halde, arada bir tarafa bedelsiz bir fazla tahakkuk etti mi, işte bu bir ribadır ki, bedelli olmak üzere verildiği halde karşılığı yoktur. Meselâ, birine bedelini bilahare almak üzere karzan on lira verdiniz. Bir müddet sonra on lira yerine, on lira on kuruş getirip verirse, bu on kuruş açıktan, bedelsiz verilmiş bir ziyadedir. İşte âyet nazil olduğu zaman böyle altın veya gümüş nukud ikrazı ile riba, devr-i cahiliye Arablarında ma’ruf idi. Biri diğerine bir va’de ile altın veya gümüş bir miktar para ikraz eder ve o müddet için miktar-ı istikraza, aralarındaki teraziye (yani, karşılıklı rızaya) göre bir miktar ziyade de şart eylerdi. Her hangi bir borçta va’de hulul ettiği zaman, borçlu borcunu veremezse alacaklısına “veremiyeceğim, irba et, yani arttır” derdi. Yine bir miktar daha riba zammedilir ve bu suretle va’de yenilendikçe borcun miktarı artardı. Her va’denin tecdidinde zammedilecek ribanın yalnız re’s-ül mal hesabiyle veya evvelkinin re’s-ül male zammiyle mecmuu üzerine yürütülmesi de şekl-i teraziye (karşılıklı rıza şekline) tabi olurdu ki, zamanımızda birisi basit faiz, biri mürekkeb faiz (bileşik faiz) demektir. Dünyanın bugünkü faiz muamelatı da mahiyeten devr-i cahiliyenin bu âdetinden başka bir şey değildir.
Ribanın ziyade-i nukuda mütearef olan bu manası, şer’îde diğer emvale ve nesiyeye dahi tatbik olunmuştur. Nitekim muamele-i sarrafiyeden mücerred nesiye yani veresiye, başlı başına bir ribadır.
Kezalik hurma, tuz, altın, gümüş, hasılı altı şeyi aynı vecihle sayan meşhur hadis-i şerifte fadıl (artış, fazlalık), hem yeden biyedin (elden ele) peşin ve hem mislen bimislin (aynı cins ve aynı miktar) müsavi mukabili olduğundan, müsavi olduğu halde peşin olmamak suretiyle tahakkuk eden fazlın (artışın) sırf veresî olmaktan ibaret ziyade-i hükmiyeye şümulü müttefekun aleyhtir.
Hazret-i Ömer demiştir ki: “Riba âyeti, Kur’anın en son nazil olan âyetlerindendir. Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bunu bize ta- mamen beyan etmeden irtihal etti. Binaenaleyh ribayı ve ribeyi bırakınız. Fı- kıhta “şüphe-i riba ribadır, zira ribada şüphe müteberdir” diye bir kaide var- dır.
Herhangi bir cemiyette faizsiz yaşanamıyacağı hissi çoğalmaya ve faizin meşruiyetine çareler aranmaya başlandı mı, orada sukut ve inhitat ve devr-i cahiliyeye irtica başlamıştır. Iztırar ise ibaha kapısını açar. Bugünkü cemiyet-i beşeriyenin riba devrinden kurtulabilmesi, ciddi bir salah-ı içtimaî iktisab etmesine mütevakkıftır.” (E.T.952-955)
Kitab-ül Fıkıh Alâ Mezahib-il Erbaa’da Kitab-ül Buyû (alış-veriş) bölümünün Sarf bahsi (sarraflık, altın ticareti) hakkındadır. S.B.M. 1003-1006. hadisleri ve İ.M. 12. Kitab-üt Ticare, 48-52. babları aynı mevzuya dairdir.
3051/1- Yukarıda da izah edildiği gibi riba, İslâmda haram olan bir mübadele şeklidir. Mübadele iki şekilde mümkündür: Birisi, cinsleri farklı malların peşin mübadelesi, ki bu İslâmda helaldir; diğeri de, aynı cins malların mübadelesidir. Bu da iki şekilde olabilir: Ya mübadele edilen aynı cins mallar arasında sayı, ölçü, ağırlık ve zaman unsurları bakımından fark yoktur veya bu unsurlarıyla bir fark vardır. Birinci halde mübadele gereksiz, ikinci halde mübadele riba olduğu için haramdır. Şu halde tek bir mübadele şekli kalıyor ki o da farklı cins malların peşin mübadelesidir.
Para ile her cins mal mübadele edilebildiğinden, para ile mal mübadelesi, farklı cins mal mübadelesi gibidir. Bu sebeple de para ile mal mübadelesi, peşin veya veresiye, meşru ve helaldir. Demek oluyor ki, fıkıhta yazılı olan şartlara göre, faize girmemek için ağırlık, hacim, cins ve zaman unsurları bakımından eşitlik bulunan eşyanın satılması, alınması ve mübadelesi zaten mevzu-u bahs olmadığına göre (zira veren veya alana göre alış-verişi gerektirecek hiç bir farklılık yoktur), şeriattaki bu kaidelerin elbette başka hikmeti olsa gerektir. Beşerin iktisad hayatının seyrini de göz önünde bulundurarak, o hikmet veya hikmetlerin bir hakikatı şu olsa gerektir diyoruz:
Beşer hayatındaki temel ihtiyaçlar, müstahsilin istihsaline dayanır. İstihsal ise, başlıca ziraat ile san’ata istinad eder. Bu istihsalin tevzii de ticarî faaliyetler ile te’min edilir. Ticaretin esası da, istihsalin ihtiyaç mahallerine nakli ile mübadelesidir. Bu mübadelede sonraları kolaylık sağlamak için para, bir ölçü olarak kabul edilmiş ise de, istihsal maddelerinin mübadelesinde tam adalet ve müsavatın tesbit edilebilmesi için muayyen ve sabit hattâ fıtrî ölçüye ihtiyaç vardır. Bu da ancak keylî ve veznî yani ölçekle ölçmek veya tartmak ile olur. Zira eşyada aslen hacim ve ağırlık, iki vasf-ı sabittir. Diğer değerlendirmeler izafillik ifade ederler ve sabitiyetleri yoktur. Şu halde taraflar arasındaki mübadelatta keylen veya veznen müsavi olan aynı cins meta’ aynı zamanda mübadele edilirse müsavat tesbit edilmiş olur.
Aksi halde yani bu üç şart dışında riba meselesi yani, bir tarafta karşılığı ol- mayan fazlalık ortaya girer. Amma ayrı cins meta’ ise, arz ve talebin derece- sine göre ve pazarlık sistemiyle yapılan izafi değerlendirmeler olup (para ile değilse peşin olması şartıyla) mübah olan bey’ u şira sınıfına girer.
3052- “Riba; altın ve gümüş gibi mevzunattan, yani tartılan şeyler ile, buğday, arpa, hurma, kuru üzüm gibi mekîlattan bulunan, yani ölçü ile alınıp verilen şeylerde cereyan eder..
Riba, Malikîlere göre yalnız altın ve gümüş ile maişeti temin edip “kut- erzak” denilen şeylerde caridir. Şafiîlere göre de yalnız altın ve gümüş ile mat’umattan olan şeylerde caridir.
3053- Riba, iki nevidir: Riba-i fazl, riba-i nesie. Riba-i fazl; tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi mukabilinde peşin olarak ziyadesiyle satılması halinde vücuda gelir. Binaenaleyh altın, gümüş, bakır, buğday, arpa ve tuz gibi bir şey, kendi cinsiyle derhal mübadele edilecek olsa mikdarları müsavi olmak icab eder.
Birinin mikdarı biraz fazla olunca bu, bir riba olmuş olur ki, haramdır, indallah cezası çok büyüktür. Velev ki aynı cinsten olan bu iki kısım eşyadan bir kısmı san’at itibariyle daha kıymetli veya bir kısmı a’lâ, diğeri edna bulunsun.
Altın ile gümüş san’at itibariyle veya sikke halinde bulunmakla veznî olmaktan çıkmış olmaz. Çünkü bunların veznî = tartılır şeylerden olmaları, nass-ı şer’î ile sabittir. Meselâ on miskal altın, yine on miskal mukabilinde peşin olarak satılabilir. Fakat onbir miskal mukabilinde satılamaz. Bu bir miskal fazla olduğundan riba olmuş olur.
Kezalik on kile buğday, on kile buğday mukabilinde peşin olarak satılabilir. Fakat dokuz veya onbir kile buğday mukabilinde satılamaz. Ziyade miktar ribadır. Riba-i fazldan kurtulmak için, bir cinsten olan ribevî mallardan herbirini ya tamamen veya kısmen kendi cinsinin gayriyle mübadele etmelidir. Meselâ on miskal altın, yüz dirhem gümüş mukabilinde ve on kile buğ- day onbeş kile arpa mukabilinde peşin olarak mübadele edilebilir. Kezalik on miskal altın dokuz miskal altın ile şu kadar dirhem gümüş mukabilinde ve on kile buğday da beş kile buğday ile şu kadar kile arpa mukabilinde peşin olarak değiştirilebilir.
3054- Riba-i nesieye gelince; bu da tartılan veya ölçülen şeyleri birbiri mukabilinde veresiye olarak mübadele etmektir. Velev ki miktarları müsavi olsun, bu da haramdır.
Meselâ; on dirhem gümüş veya bu dirhemdeki gümüş para, yine on dirhem gümüş veya gümüş sikke mukabilinde veresiye olarak satılamaz. Çünki bunların cinsleri ve miktarları birdir. Biri peşin diğeri veresiyedir. Bu suretle aralarında bir fark vardır. Binaenaleyh bu bir ribadır, bir günahtır.
Kezalik elde edilen bir kile buğday ile bilahare harman zamanında verilecek bir kile buğday satın alınamaz. Bunlar a’lâ ve edna olmak itibariyle mütefavit bulunsunlar, bulunmasınlar müsavidir. Çünki cinsleri, miktarları müttehiddir. Böyle olmakla beraber biri peşin diğeri veresiyedir. Veresiye ise peşine tekabül edemez. Arada bir fazlalık bulunmuş olur.
Mevzunattan olan şeyler, cinsleri muhtelif olsa da birbirleriyle mübadele edilemez. Meselâ; şu kadar kilo demir mukabilinde o kadar kilo bakır veresiye satılamaz. Çünkü bunlar veznî olmak Kezalik şu kadar kile buğday, o kadar kile arpa ile veya tuz mukabilinde veresiye olarak satılamaz. Zira bunlar da keylî olmakta müttehittirler.
Bu esastan yalnız nakitler müstesnadır. Şöyle ki: Nakit paralar mukabilinde nakit cinsinden olmamak üzere tartılan ve ölçülen şeyler peşin olarak alınabileceği gibi veresiye olarak da alınabilir. Çünkü alış-veriş hakkında buna ihtiyaç vardır.” (B.İ.İ.422)
3055- Kur’an ve hadislerde ribanın haramiyeti hakkında pek çok beyanlar vardır. Bu hükümler, çok hikmetler ve maslahatları camidir.
Meselâ:
“(2:275) وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا
(2:43) Kur’anın bu galebe-i i’cazkâranesini bir mukaddeme ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:
“İşarat-ül İ’caz” da isbat edildiği gibi bütün ihtilâlat-ı beşeriyenin madeni, bir kelime olduğu gibi bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi, bir kelimedir.
Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.”
İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam yani, zenginler ve fakirler, müvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O müvazenenin esası ise: Havas tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir.
İkinci kelime avamı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi bir kaç asırdır selbettiği gibi, şu asırda sa’y, sermaye ile mübareze neticesi herkesce malum olan Avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. İşte medeniyet, bütün cem’iyyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedid inzibat ve nizamatiyle, beşerin o iki tabakasını müsalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’an birinci kelimeyi, esasından “vücub-u zekat” ile kal’eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını “hurmet-i riba” ile kal’edip, tedavi eder. Evet âyet-i Kur’aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. “Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız”
diyerek insanlara ferman eder. Şakirdlerine “Girmeyiniz” emreder.” (S.408)
3055/1- Bankalar, mevduat sahiblerinin namına faizcilik yapan müesseseler gibidir. Yani bankaya parasını yatıran kişi, bu fiili ile sanki bankacıya diyor ki: “Bu parayı al, faizde çalıştır ve kazan, bana da bir miktarını ver.”
Böylece mahdud bir grup olan bankacılar, bankerler, bankaya yatırılan ve çok büyük bir yekûn tutan bu paralardan yüksek faizle aldığı büyük bir para yekûnünü ceblerine koyarlar. Böylece çalışmadan oturduğu yerde vatandaşın paraları ile aşırı zengin olarak kendi ideolojilerine ve aşırı lüks hayatlarına bu paraları vasıta yaparlar. (Bak: 769.p.) Diğer taraftan da müstahsil (üretici) bankaya ödediği faizi, istihsal (üretim) maddelerine ekliyerek fiyatlar hayli yükselir ve bundan daha çok fakir tabaka ezilir. (Bak: Faiz)
İşte bu gibi sebebler iledir ki dar-ül harbde de olsa bankaya para yatırmak, İslâmın ve fakir halkın aleyhinde netice verir ve mes’uliyeti mucib olur.
Ferd olarak bir müslimin yine bir ferd olarak gayr-ı müslimden faiz almasının cevazındaki bir hikmet: Normal iktisadî şartlarda parasını faize ve- ren müslimin ana parası ve alacağı muayyen olan faizi te’minat altındadır, kâr ve zarara ortaklık şekli yoktur. Faiz verecek olan taraf ise, kâr ve zarar ihtimali ile karşı karşıyadır. Buna göre bir müslim gayr-ı müslimden faiz almakla iktisaden kuvvetlenmesi te’minatlı, diğer tarafın ise ihtimalîdir. Bu ise İslâmiyetin kuvvetlenmesine yol açar. Banka ise, yukarıda anlatıldığı gibi bunun tersidir.
3056- “Ribanın kap ve kapıları olan bankaların nef’i, beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâm’a zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir.” (M.479)
Gayr-ı müslim memleketlerde, banka yoluyla olmamak şartıyla, bir müslümanın gayr-ı müslime para veya mal verip mukabilinde faiz alabileceğine dair bazı fetvalar varsa da, müslümanın gayr-ı müslimden para veya mal alıp mukabilinde faiz verebileceğine dair fetva mevcut değildir. (Bak: 625.p.)
Hülasa riba, insanlığın ve hususan devrimizin çeşitli dalaletlerinden biridir. Bu dalaletin insanlık ve içtimaî hayat bakımından da zararları pek çok olduğu gibi, terkinde sayılamıyacak kadar faydalar vardır.
Bir rivayette: “Bir zaman gelecek riba yemiyen kalmıyacak, yemese dahi tozu isabet edecek” buyurulur. (R.E.306, 503 ve İ.M.226-78. hadis)