1.      Üstada kendi kitabından bir cümleyi cımbızlayarak atılan ifitira

2.      Risale-i Nur son tefsirdir

3.      Bir Müfessire lazım olan hususiyetler nelerdir ?

 

DİB baskısı İsaratul İ`cazın Önsözünden bir başlık:

 

 

BU iftiradır…

Nazarları Risale-i Nurdan çevirmektir..

Fitnedir..

Muhali taleb etmektir..

Enaniyeti kamçılamaktır…

 

Kendine güvenen, dileyen bir Tefsir yazabilir. Ancak İşaratul İcaz diye öne sürülen bir kitabın önsözünde (Diyanet Baskısı İşaratul İcaz) Bediüzzaman Hazretlerini bu işe teşvikkar göstermek hem o kitaba kalem karıştırmkla Tahrifdir hem Bediüzzaman Hazretlerine  iftiradır.

Bizzat Bediüzzaman Hazretlerinin buna teşvik ettigini iddia edenler Eserlerini incelesinler. Görecekler ki, Bediüzzaman Hz. daima nazarları Risale-i Nura çevirmiş.

 

DiB Baski İşaratul İ`caza Önsöz yazan Muhsin Demirel, mezkur önsözde bu iddiasını alttakı beyan ile teyid etmeye çalışmışsada Risale-i Nurun muhtelif kısımları onu yalanlamıştır.

 

 

            Eğer Birinci Harb-i Umumî gibi mâniler olmasaydı, tefsirin şu birinci cildi, i'caz vücuhundan olan i'caz-ı nazmîyi beyan ettiği gibi, diğer cüzler ve mektublar da müteferrik hakaik-i tefsiriyeyi içine alsaydı, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'a güzel bir tefsir-i câmi' olurdu. Belki inşâallah, şu cüz'-i tefsir ve altmışaltı aded, belki yüzotuz aded "Sözler" ve "Mektubat" Risaleleriyle beraber me'haz olursa, ileride bahtiyar bir heyet öyle bir tefsir-i Kur'anî yazsın, inşâallah...

 

Said Nursî

İşarat-ül İ'caz ( 5 )

 

 

Bu tek cümleyi cımbızlayıp iddiayı ona bina etmek insafsızlıktır. Meseleyi Külliyattaki muhtelif yerlere müracaatla, isbat ve izahatla elde etmek, derketmek lâzımdır…

 

 

 

            Binaenaleyh Kur'anın ince manalarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ülemadan yüksek bir heyetin tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.Evet Kur'an-ı Azîmüşşan'ın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nafiz bir içtihada mâlik ve bir velayet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır.Bilhâssa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telahuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassublarından âzade olarak tam ihlaslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur'anı ancak böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir.

İşarat-ül İ'caz ( 8 )

           

 

 

            Elhasıl: Kur'anı tefsir edene lâzım gelir ki; gayet âlî bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât, ancak bir şahs-ı manevî olabilir ki; o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in'ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer. Evet "mecmuunda bir hâssa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz" düsturuyla çok defa içtihadın âsârı ve nur-u velayetin hâssaları ve ziyası bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin hangisine bakılsa, o hâssa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlasla tesanüdleri, bir velayet hâssasını veriyor.

 İşte bu hakikate binaen böyle bir maksad için bir heyetin çıkmasına muntazır ve daima bekliyorDUM. O ümid, küçüklüğümden beri gaye-i hayalim iken, birden hiss-i kabl-el vuku' kabîlinden kalbime bir sünuhat oldu ki: Maddî ve manevî iki zelzele-i azîme yaklaşıyordu ..Ben de acz ve kusurumla, sözlerimdeki izahsızlık ve muğlaklık ile beraber Kur'anın nazmındaki i'cazın işaratını ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kaydedip kaleme almak ve âyâtın bazı imanî hakikatlerini yazmaya şiddetli bir ihtar-ı gaybî hissettim. Halbuki harbde acib bir vaziyette olduğumdan, tefsirlere müracaat etmek kabil olmadı. Kur'andan başka merci' yoktu. Ben de yazdım. Yazdıklarım tefsirlere muvafık geldiyse, güzel bir nimet ve bir muvaffakıyet.. yoksa mes'uliyet benim bîçare fehmime aittir. Aynı zamanda zelzele-i kübra mahiyetinde olan maddî Birinci Harb-i Umumî ve o zelzele-i azîmenin âhirlerinde o mezkûr heyetin yuvalarını tahrib eden manevî zelzele-i azîme meydana çıktı ki, öyle bir heyet-i âliye-i ilmiyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapılar kapandı. Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umumî'de fariza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa kalbime tulû' eden nükteleri yazıyordum. Derelerde, dağlarda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acib ayrı ayrı haletlerin tesiriyle çeşit çeşit olmasından tashih ve ıslah edilmesine çok ihtiyaç varken, benim kalbim tebdil ve tağyirine razı olmadı. Çünki her dakika şehid olmaya hazırlandığımız için bir niyet-i hâlise ile yazılmış ki; o halet her vakit bulunmuyor. Ben de o yazılarımı Tenzil'e bir tefsir olarak değil, belki tefsirin bazı vücuhuna bir nevi me'haz olarak ehl-i kemal olan ülema-i muhakkikînin enzarına arzediyorum. Hakikaten benim şevkim, benim tâkatimin pek fevkinde bir noktaya sevketti. Eğer ehl-i tahkik istihsan etseler, beni devama ve ileri gitmeye teşci' ve tergib ederler. Said Nursî                                                                                                                  Emirdağ Lahikası-2 ( 89 - 90 )

 

 

BEDİÜZZAMAN HZ. BURADA BİR BAHTİYAR HEYETİ MÜJDELEMİYOR !! „bir heyetin çıkmasına muntazır ve daima bekliyorDUM“ diye buyurmuş....ve sonra Risale-i Nurun yazdırıldığını söylemiş ve böyle bir heyet için bütün kapıların kapandığını açık ifade etmiştir.

 

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i manada, bir medresede ona ders verdiğini görmüş. O ders-i maneviyeye binaen "İşarat-ül İ'caz" namındaki hârika tefsiri yazmış. Bana bir gün dedi ki:

"Harb-i Umumî hâdisat ve netaicleri mani' olmasa idi, İşarat-ül İ'caz'ı Allah'ın tevfiki ve izni ile altmış cild yazacaktım. İnşâallah Risale-i Nur, ahîren o mutasavver hârika tefsirin yerini tutacak."

Barla - 149

 

 

 

2. Risale-i Nur son tefsirdir

 

“Risale-i Nur'un yüz bin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler.” (Şualar sh: 377)

 

“Evet, dünya ilim ve irfan sahasına Türkiye’den bir güneş doğmuştur. Bu yeni doğan güneş, bin üç yüz yıl evvel âlem-i beşeriyete doğmuş olan güneşin bir in'ikâsıdır ve o manevî güneşin her asırda parlayan lem'alarından birisidir ve beklenilen sonmucize-i manevîsidir!”

   (Tarihçe-i Hayat sh: 156)

 

“Risale-i Nur, Kur'anın son asırlarda beklenen bir mu'cize-i mânevîsi olarak tulû etmiş.”                                                                                               (Tarihçe-i Hayat sh: 155)

 

“Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. "Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mucize-i Kur'âniyedir." deyip, Nur'a ait hizmeti, zamanın en büyük meselesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.”

     (Tarihçe-i Hayat sh: 463)

 

“Nur Risaleleri, şiddetli ihtiyaç zamanında te'lif edildiğinden, her yazılan risale, gayet şifalı bir tiryak ve ilâç hükmünü taşıyor ve öyle de tesir edip pek çok kimselerin manevî hastalıklarını tedavi ediyor. Risale-i Nuru okuyan her bir kimse; güya o risale kendisi için yazılmış gibi bir hâlet-i ruhiye içinde kalarak büyük bir iştiyak ve şiddetli bir ihtiyaç hissederek mütalâa ediyor. Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki; bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediliyor.”                                               (Tarihçe-i Hayat sh: 160)

 

Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir.”

                                                                                                                   (Tarihçe-i Hayat sh: 168)

 

Envâr-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) ve maarif-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ve füyuzat-ı şem'-i İlahîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması ve Kur'anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi (A.S.M.) ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle, o zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir'at-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı ve şem'-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.”       (Şualar sh: 670)

 

 

“Risale-i Nur'un mümtaz bir hasiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını, kuvvetli ve kat'î beyan olduğundan; bu hasiyet Âyet-ül Kübra Risalesi'nde fevkalâde parlak görünüyor. Ve bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor......                                                                 (Kastamonu Lahikası sh: 55)

 

 

“Lillahilhamd Risalet-in Nur, bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senanız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem.”                   

                                                                                                                (Kastamonu Lahikası sh: 6)

 

“Risale-i Nur gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikir karanlıklarından kurtarıp tenvir ve irşad edecektir.”                             (Hutbe-i Şamiye sh: 153)

 

“Evvelâ: Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtela şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.” (Emirdağ Lahikası-1 sh: 70)

 

 

Yukarıda Risale-i Nur eserlerinden kısmen nakledilen beyanların neticesi olarak deriz ki: Risale-i Nur’a bağlı olanlar için sarahat üzere bağlayıcı kat’iyetiyle, Risale-i Nur son TEFSIRDIR.

Buna ragmen, nur dairsinde olduğunu iddia eden birisi yeni bir  Tefsir yazılacağına inaniyorsa, Tefsir yazmak icin lüzumlu olan alttaki kriterleri okusun ve kendini aldattığını bilsin.

 

 

 

3.    Bir Müfessire lazım olan hususiyetler nelerdir ?

 

 

Konferansda Zübeyir Ağabey bu soruya şu şekilde cevab vermiştir:

 

İşte bu hakikatlara binaen, biz de tahkikî imanı ders vererek, imanı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'an ve iman hakikatlarını câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat'iyyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musibetler içine düşmek, şübhe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluş çaremiz, Kur'an-ı Hakîm'in imanî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerimelerini tefsir eden yüksek bir Kur'an tefsirine sarılmaktır.

 

…..

            Evet, yirminci asırda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur'anî bir eserin müellifinin, şu hususiyetleri haiz olmasını esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamıyla

·         Risale-i Nur'da ve

·         müellifi Bedîüzzaman Said Nursî'de mevcud olduğunu gördük. Şöyle ki:

 

 

             Birincisi: Müellifin, yalnız Kur'an-ı Hakîm'i kendine üstad edinmiş olması...

Sözler ( 750 )

 

 

Soru:

“Bahtiyar bir heyet” şu asırda yalnız Kur'an-ı Hakîm'i kendine üstad edinmiş olarak  bir tefsir yazabilirlermi? „Yazabiliriz“ diyorlarsa, bu gururdur! Bu haslet yoksa, Tefsir yazmaya ehil değillerdir.

 

 

 İkincisi: Kur'an-ı Hakîm, hakikî ilimleri havi bir kitab-ı mukaddestir. Ve bütün asırlarda, insanların umum tabakalarına hitab eden, ezelî bir hutbedir. Bunun için, Kur'anı tefsir ederken, hakikatın safi olarak ifade edilmesi ve böylece hakikî bir tefsir olması için,

·         müfessirin kendi hususî meslek ve meşrebinin tesiri altında kalmamış

·         ve hevesi karışmamış olması lâzımdır.

 

Ve hem de Kur'anın manalarını keşf ile tezahür eden Kur'an hakikatlarının tesbiti için elzemdir ki: O müfessir zât,

·         herbir fende mütehassıs geniş bir fikre,

·         ince bir nazara

·         ve tam bir ihlasa mâlik bir allâme

·         ve hem gayet âlî bir deha

·         ve nüfuzlu, derin bir içtihad

·         ve bir kuvve-i kudsiyeye sahib olsun...                                                                                 

·          Sözler ( 750 )

 

 

 Üçüncüsü: Kur'an tefsirinin tam bir ihlasla te'lif edilmiş olması ki; müellifin, Cenab-ı Hakk'ın rızasından başka, hiçbir maddî, manevî menfaatı gaye edinmemesi ve bu ulvî haletin müellifin hayatındaki vukuatlarda müşahede edilmiş olması...

 

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır.

Tarihçe-i Hayat ( 303 )

 

 

Dördüncüsü:Kur'anın en büyük mu'cizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğini muhafaza etmesidir. Ve o asırda inzal edilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir vechesi olmasıdır.

 

İşte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde;

·         Kur'an-ı Hakîm'in asrımıza bakan vechesinin keşf edilip,

·         avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûbla izah ve isbat edilmiş olması...

·          Sözler ( 750 )

 

 

 

  Beşincisi: Müfessirin, Kur'an ve iman hakikatlarını, cerh edilmez delil ve hüccetlerle isbat ederek tedris etmesi. Yani, pozitivizm (isbatiyecilik)i bir esas ittihaz etmiş olması. ...

 

Sözler ( 751 )

 

 

Altıncısı:Ders verdiği Kur'anî hakikatların;

·         hem aklı,

·         hem kalbi,

·         hem ruhu

·         ve vicdanı tenvir ve tatmin

·         ve nefsi müsahhar etmesi

·         ve şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli

·         ve gayet belig, nafiz ve müessir olması...

·          Sözler ( 751 )

 

 

Risale-i Nur dahi yaralanmış talib-i hakikatı kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi, ehl-i ilhad ve dalaleti de tam ilzam ve iskât ediyor. Demek bu Arabî Mesnevî Mecmuası, Risale-i Nur'un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu mecmuanın yalnız dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor.

Mesnevi-i Nuriye ( 8 )

  

 

 Yedincisi:Hakikatların derkine de mani olan benlik, gurur, ucb ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahib kılması...

Sözler ( 751 )

 

Said tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; tâ ki Risalet-ün Nur'u bulandırmasın, tesirini kırmasın.

Kastamonu Lahikası ( 18 )

 

Sekizincisi:Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden bir allâmenin

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnetine ittiba' etmiş olması

ve ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi üzere ilmiyle âmil olması

ve a'zamî bir zühd ve takva

ve a'zamî ihlas

ve dine hizmetinde a'zamî sebat, a'zamî sıdk ve sadakat ve fedakârlığa, a'zamî iktisad ve kanaata mâlik olması şarttır.

 

            Hülâsa olarak; müfessirin, Kur'anî risaleleriyle,

risalet-i Ahmediyenin (A.S.M) a'zamî takva ve a'zamî ubudiyeti ve kuvve-i kudsiyesiyle de velayet-i Ahmediyenin (A.S.M)lemaatına mazhar olmuş hâdim-i Kur'an bir zât olması... .

Sözler ( 751 )

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

 

         Âyetinin Veraset-i Ahmediye (A.S.M.) cihetinde, mana-yı işarî noktasında, bu asırda

·         Rahmetenlilâlemîn'in bir âyinesi

·         ve hakikat-ı Kur'aniyenin bir hakikî tefsiri olan Risale-i Nur,

·         küllî rahmetin bir cilvesi,

·         bir nümunesi olmasından;

·         hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) bir kısım evsafını,

mana-yı mecazî ile cüz'î bir vârisine verilebilir diye, bu parlak kasideye ilişmedim. Yalnız hakikat-ı Ahmediye (A.S.M.) âyinesinin farkına işareten bazı kelimeler ilâve edildi.

 

Said Nursî

 

Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 242 )

 

 

Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur'anî ve Şer'î mes'eleleri beyan ederken,

·         şu veya bu tazyik ve işkenceyi nazara almayan,

·         herhangi bir tesir altında kalarak fetva vermeyen

·         ve ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir iman kuvvetiyle hakikatı pervasızca söyleyen İslâmî şecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessir olması gerektir.

 

            Hem i'dam plânlarının tatbik edildiği ve bir tek dinî risale neşrettirilmediği dehşetli bir devirde, bilhâssa imha edilmesi ve söndürülmesi hedef tutulan Kur'anî, Şer'î esasatı te'lif ve neşretmiş olduğu meydanda olmakla bir mürşid-i kâmil ve İslâm'ın bu asırda hakikî bir rehber-i ekmeli ve Kur'anın muteber bir müfessir-i a'zamı olmuş olması lâzımdır. .

Sözler ( 751 )

 

 

            İşte bu zamanda, yukarıda mezkûr dokuz şart ve hususiyetlerin, müellif Said Nursî'de ve eserleri olan Nur Risalelerinde aynıyla mevcud olduğu,

hakikî ve mütebahhir ülema-i İslâmın icma' ve tevatür ve ittifakıyla sabit olmuştur.

 

Ve hem intibaha gelmekte olan bu millet-i İslâmiyece, Avrupa ve Amerikaca malûm ve musaddaktır. İşte arkadaşlar! Biz, böyle bir tefsir-i Kur'an arıyor ve böyle bir müfessir istiyorduk.

 

 

Sözler ( 749 - 752 )

 

….

İşte Bedîüzzaman Said Nursî; Kur'an-ı Kerim'deki bu asrın muhtaç olduğu hakikatları keşfedip, Nur Risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve izah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki Risale-i Nur, emsali

görülmemiş bir şâheserdir kanaatına varılmıştır.

 

 

Sözler ( 752 - 753 )

 

Hakka tarafdarlık namına yazdığımız nakıs derlememize daha cok kısımlar ilave edilir. Kusur bizden tevfik Allahdan.