İHLÂS DÜSTURU VE ESASI

 

İhlâsın Tarifi:

1- «İhlâsı kazandıran , harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve ne­ti­cesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışma­malı.» (Lem’alar sh: 133)

 

2- «İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan iba­detin yal­nız emre­dil­diği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gös­te­rilse, o ibadet bâ­tıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabi­lirler, illet ola­mazlar.» (İşarat-ül İ’caz sh: 85)

 

3-Kur’an (2: 22) ayetinde geçenتَتَّقُونَkelimesi...  iba­detin, ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve iba­de­tin mahzan vesile ol­mayıp maksud‑u bizzat oldu­ğuna ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzu­muna işa­rettir.» (İşarat-ül İ’caz sh: 99)

 

İhlâs hakkındaki mezkûr tarife göre yapılan bir ha­re­ketin ibadet ve hiz­metin makbul olması için önce dinde emir veya tav­siye edil­miş ol­ması şarttır. Çünkü ikinci paragrafta nazara verilen ihlasın tarifinde şart koşulan “emredil­diği için” beyânına göre, yapılan hareketin emredildiğini bilmek icabediyor. O halde kişi, kendi düşünce ve tema­yülü ile bir hizmet, bir hare­ket yapıyorsa, mez­kûr İhlâs tari­fine girmez. Evet, yapılan hizmetin ki­tabta yeri olmadığı halde İhlâstan dem vurmak, aldanmak veya aldat­maktır.  Yapılan bir işin em­redi­lip emredilmediği de ancak kitabtan öğ­renilir.

 

4- Evet, «Gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın za­man, had­dini teca­vüz etme. Eğer Mâlikin hesabına olursa, istediğin şeyi al ve yap –fakat izin ve meşiet ve emri da­iresinde olmak şartıyla. İzin ve meşîetini de şe­riatın­dan öğrenir­sin.» (Mesnevî-i Nuriye sh: 82)

 

5-Kezalik «([1]) فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَemrini tamamıyla imtisal et­tiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvâlinde istikamet, kat’î bir surette görünüyor.» (Lem’alar sh: 60)

 

Bu âyetin hitabına ümmet dahi muhatab olup şeriatın temel kitaplarında bildirilen ahkâma uymakla istikamet-i Kur’âniyeye girmeye mükellef kılar. Her türlü kemalâtın en üstün ve erişilmez derecesinde olan Fahr-i Âlem Efendimizin (A.S.M.), İlâhî emirlere imtisal ettiği için istikamet kazandığına dikkat çekilirken, dinde kendi anlayış ve meyillerine uyanların durumu ne olur!

Hem, Resulullaha (A.S.M.) ittibaen bu emrin imtisa­linde, bu fitne as­rında mânen vazifeli olan Üstad Bediüzzaman, bu istika­meti Risale-i Nura atfederek di­yor ki:

 

6- «Ondördüncü asırda Kur’ândan iktibas edip, is­ti­kametsiz sakim yollar içinde sırat-ı müstakîmi gös­te­recek âsârı neşreden bir adamı, o hadsiz efrad içinde dahil edi­yor.

Hem o istikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle işa­ret ediyor. Hal­buki, o asırda şahsen istikamette müm­taz bir hususiyet kesb etmek çok uzaktır. Demek, şahsî isti­kamet değil. Öyleyse, o adamın teşebbü­süyle neş­redilen esrar-ı Kur’âniye, o asırda isti­kamette imtiyaz kesb ede­cek. O adam şah­sen gayr-ı müsta­kim olduğu halde, müs­takimler içine id­hali, o imtiyaza remzeder.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 163)

7- Evet «Rıza-yı İlâhî kâfidir. Eğer o yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr de­ğilse, bütün dünya alkışlasa beş para değ­mez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder. Eğer mü­reccih ise, o ameldeki ihlâsı kırar. Eğermüşevvik ise safvetini izale eder. Eğer sırf alâmet-i makbuliyet ola­rak, istemeyerek, Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesîri na­mına kabul etmek gü­zeldir ki, ([2]), وَ اجْعَلْ لِى لِسَانَ صِدْقٍ فِى اْلآخِرِينَbuna işaret­tir. Said» (Barla Lâhikası sh: 78)

 

Demek İhlâs, kitabın sarih hükümlerine teslimi­yeti ik­tiza eder ve o zaman yapılan hareket ibadet olur ve ibadet hakikatini kazanır.

 

 

 

 

İhlâs Esastır:

 

8- «Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlâs ve rıza-yı İlâhî cihetin­de,Kur’ân-ı Hakîmin ders verdiği  ah­kâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a’mâl ondan sudur etse, lisan-ı hali mânen âyât-ı Kur’âniyeyi okusa, o vakit mâ­nen âlem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebânı olan

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِduasında dahil olup  hissedar olur ve umu­muyla uhuvvetkârâne alâkadar olur.» (Mektubat sh: 413)

 

9- «Faraza hubb-u câhı kalbinden çıkarmazsa, fa­kat ihlâsı ve rıza-yı İlâhîyi esas tutmak ve hubb-u câhı hedef ittihaz et­memek şartıyla; bir nevi meşru ma­kam-ı mâ­nevî, hem muhte­şem bir makam kazanır ki, o hubb-u câh damarını ke­mâliyle tat­min eder.» (Mektubat sh: 414)

 

10- «Velâyet yollarının ve tarikat şubelerinin en mü­him esası, ihlâstır. Çünkü ihlâs ile hafî şirkler­den halâs olur. İhlâsı kazanmayan, o yollarda geze­mez.» (Mektubat sh: 450)

 

11-                       بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِنَّا اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ اَلاَ لِلّٰهِ الدِّينُ الْخَالِصُ

âyetiyle ve

 

هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلَى خَطَرٍ عَظِيمٍ

(ev kemâ kàle) hadis-i şerifi, ikisi de ihlâs ne ka­dar İslâmiyette mühim bir esas olduğunu gösteri­yor­lar.» (Lem’alar sh: 148)

 

12- «Bu dünyada, hususen uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en bü­yük bir kuvvet, en makbul bir şe­faatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir ta­rîk-ı haki­kat, en makbul bir duâ-yı mânevî, en kera­metli bir ve­sile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubûdi­yet, ihlâs­dır.» (Lem’alar sh: 159)

 

13- «En kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlâs­tır.» (Lem’alar sh: 201)   

 

14- «Risale-i Nur’un meslek-i esası, ihlâs-ı tam ve terk-i enâniyet...» (Şua­lar sh: 302)  

 

15- «Kendimizi satmak ve beğendirmek ve te­med­düh etmek vehodfuruşluk etmek ise, Risale‑i Nur’un ehemmiyetli bir esası olan ihlâs sırrını bozmaktır.» (Şualar sh: 681)

 

16- «Mesleğimizde, ihlâs-ı tâmmeden sonra en bü­yük esas, sebat ve me­tanettir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 248)

 

17- «Mesleğimizin “hıllet” ve “ihlâs” ve “uhuvvet” esas­ları...» (Emir­dağ Lâhikası-I sh: 166)

 

18- «Acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzi­bedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir.» (Emirdağ Lâhika­sı-I sh: 195) 

 

19- «Mesleğimizin esası, âzamî ihlâs ve terk-i ena­niyet­tir. İhlâslı bir dir­hem amel, ihlâssız yüz batman amele müreccah­tır. İnsanların maddî mâne­vî hedi­yelerinden hürmet ve teveccüh-ü âmmeden, şöh­retten şid­detle kaçı­yorum” der. Ziyaretçi kabul etme­me­sinin bir hikmeti de bu sır olsa ge­rek.» (Tarihçe-i Hayat sh: 699)

 

 

İhlâsın lüzumu ve şartiyeti:

20- «Madem çok sevab istersin ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhî­yi dü­şün. Tâ ki senin ağzından çı­kan mübarek kelime­lerin havadaki efradları; ihlâs ile ve niyet-i sâdıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşu­urun kulakla­rına gidip onları nurlandırsın, sana da sevab kazandırsın.... Eğer rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinle­nilmez. Sevab da yalnız ağızdaki kelimeye münha­sır kalır.» (Lem’alar sh: 152)

 

21- «A’mâl-i salihanın ruhu, esası, ihlâs oldu­ğunu derketmiyor.» (Lem’alar sh: 157)

 

22- «Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem’a-i İhlâsın düs­turlarını ve hakikî ihlâsın sırrını mâ­beynimizde ve birbirimize karşı isti­mal etmek, vü­cub de­recesine gelmiş.» (Şualar sh: 500)

 

23- «Niyette öyle bir hâsiyet vardır ki , seyyiatı ha­se­nata ve ha­senatı sey­yiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, ha­lâs, an­cak ihlâs iledir.» (Mesnevî-i Nuriye sh: 70)

 

24- «Duayı ibadet kasdıyla yapmayıp, matlubun tah­siline tah­sis etti­ğin­den, aksülâmel olur. O dua ibade­tinde ihlâs kırılır, makbul olmaz.» (Mesne­vî-i Nuriye sh: 225)

 

25- «Hâfız Ali Efendi, kendine rakib  olacak diğer bir karde­şimiz hak­kın­da gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıy­mettar gördüğüm için size be­yan ediyorum: O zat yanıma geldi ötekinin hattı, kendisinin hat­tın­dan iyi ol­duğunu söyledim. “O daha çok hizmet eder” dedim. Baktım ki, Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla if­tihar etti, telez­züz ey­ledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celb et­tiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gös­teriş de­ğil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeş­lerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. İnşaallah bu his bü­yük hizmet görecek.» (Barla Lâhikası sh: 125)

Hazret-i Üstad bir talebesi için diyor:

26- «Ara sıra birer bardak çay ısrar ediyordum, il­hâhıma karşı istin­kâf edi­yordu. “Niçin böyle yapıyor­sun?” derdim. “Hizmetimize maddî fâide girme­yip, fîsebîlil­lâh, ihlâslı olmak istiyoruz” derdi.» (Barla Lâhi­kası sh: 200)

 

27- «Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müf­ritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve se­bat ve müfritane ir­tibat ve ihlâs lâ­zımdır. Onda terakki etmeliyiz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 89)

 

28- «Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâsla gi­renlerin ka­zançları pek azîm ve küllîdir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 94)

 

29- «Risale-i Nur'un hakikî ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a'mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâ­lis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kar­deş­leri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırkbin dil ile zik­rettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin karde­şinin dil­leriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair de­recesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette, bu büyük kazancı kaçırmamak için, tak­vâda, ihlâsta, sa­dakatte çalışmak gerek­tir.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 96)

 

30- «Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereke­tin kalk­masıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yara­lanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mü­temadi­yen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o de­rece nazar-ı dik­kati kendine celbetmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, bü­yük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor.

Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli ma­razına karşı Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçla­rının nâşiri olan Risale-i Nur daya­na­bilir ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şakird­leri mu­ka­vemet ede­rler. Öyleyse, her­şeyden evvel onun dairesine girmeli, sada­katle, tam meta­net ve ciddî ihlâs ve tam itimadla onayapışmak lâzım ki, o acib hastalığın tesirin­den kurtulsun.» (Kastamonu Lâhikası sh: 105)

 

31- «Madem mesleğimiz âzamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya salta­natı da verilse, bâki bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih et­mek âzamî ihlâsın ikti­zası dır.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 246)

 

32- İkinci hizmet safhası: Hazret-i Üstad, «Van’da in­zi­vada iken garba nefyedilip Isparta’nın Barla nahi­yesi nde ika­mete me­mur edildiği zaman­dan başlar ki, Risale-i Nur’un zuhuru ve inti­şarıdır. Âzamî ihlâs, âzamî feda­kârlık, âzamî sadakat, meta­net ve dikkat ve iktisad içinde Risale-i Nur’la gi­riştiği hizmet-i imaniye ve mâ­nevî cihad-ı diniye­dir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 27)

 

33- «Evet, Molla Said’in istikbalde Risale-i Nur’la gö­receği hizmet-i imaniyeyi kemâl-i ihlâsla ifası ve bu hizmetin meydana gelebilmesi için “Uh­revî hizmetin mu­kabilinde hiç bir şey talep etme­mek” olan kudsî düsturun icmâlî bir fihris­tesi, daha küçük yaşında iken rahmet-i İlâhiye ta­rafından ru­hunda yerleştirilmişti.» (Tarihçe-i Hayat sh: 31)

 

34- «Haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice ver­diğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve te­sanüd-ü hakiki ile, üç adam, yüz adam ka­dar mil­lete fayda verebi­lir. Ve on adamın ha­kikî ihlâs ve tesa­nüd ve meş­vere­tin sır­rıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuat-ı ta­ri­hiye bize ha­ber veriyor.» (Hutbe-i Şamiye sh: 62)

 

35- «Sual: Herşeyden evvel bize lazım nedir?

Sıdk, ihlâs, sadakat, sebat, tesanüd.(*) » (Münazarat sh: 64)

 

 

 

 

İhlâsı Kazanabilme Sebebleri:

 

36- «Hizmet-i Kur’âniyede bulunana, ya dünya ona küs­meli veya o dün­yaya küsmeli –tâ, ihlâs ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’âniyede bulun­sun.» (Lem’alar sh: 42)

 

37- İstiğnayı bozmak ihlâsı kırma sebebidir:«İktisad ise, kanaati intac eder. ... Kanaat vası­ta­sıyla in­sanlardan is­tiğnâ etmek cihetinde, tevec­cühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapa­nır.» (Lem’alar: 146)

 

38- Hizmette bazı neticeleri beklemek ihlâsı bozar: «İşte bu müthiş ma­razın merhemi, ilâcı, ihlâs­tır. Yani, hakpe­rest-liği nefisperestliğe ter­cih etmekle ve hakkın ha­tırı, nefsin ve enâniyetin hatı­rına galip gelmekle, ([3])اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِsırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve mânevî ücretten is­tiğnâ etmekle ..... hüsnü kabul ve hüsn-ü tesir ve te­veccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenâb-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı ol­duğunu ve kendi vazi­fesi olan teb­liğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olma­dığını bilmekle ihlâsa mu­vaf­fak olur. Yoksa ihlâsı kaçı­rır.» (Lem’alar sh: 149)

 

39- «İşte bu müdhiş sebebin verdiği vahîm neticeleri görmemenin ye­gâne çaresi, Dokuz Emirdir.

1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleği­nin muhabbetiyle hare­ket etmek. Başka meslek­lerin adâ­veti ve başka­larının tenkîsi, onun fik­rine ve il­mine müda­hale etmesin, onlarla meşgul olmasın.

2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meş­repte olursa olsun, me­dar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak ola­cak çok rabıta-i vahdet bulun­duğunu dü­şünüp it­tifak ede­rek,

3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesle­ğine ilişmemek ci­hetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır ,” yahut “daha gü­zeldir” diyebilir. Yoksa, başkası­nın mesle­ğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel be­nim meşrebim­dir” diyemez olan insaf düsturunu reh­ber et­mek,

4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir se­bebi ve diya­netteki iz­zetin bir medarı olduğunu düşün­mekle,

5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebe­biyle, cemaat suretin­deki kuv­vetli bir şahs-ı mânevînin dehâ­sıyla hücumu za­manında, o şahs-ı mâne­vîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukave­metin mağlûp düştü­ğünü an­layıp, ehl-i hak tarafın­daki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çı­karıp, o müt­hiş şahs-ı mânevî-i da­lâ­lete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,

6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,

7. Nefsini ve enâniyetini,

8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,

9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk et­mekle ihlâsı ka­zanır, vazifesini hak­kıyla ifa eder.» (Lem’alar sh: 151)

 

40-Önde görülmek hissiyatı ihlâsı kırar: «Tarîk-i hakda gidenlere re­fakatle iftihar etmek ve ar­kalarından git­mek ve imamlık şerefini onlara bı­rakmak ve o hak yolunda kim olursa ol­sun kendinden daha iyi oldu­ğunun ih­timaliyle enâni­yetinden vaz­geçip ihlâsı kazan­mak. Veihlâs ile bir dirhem amel, ihlâssız bat­manlar ile amellere racih olduğunu bilmekle; ve tâbi­iyeti dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olanmetbûiyete ter­cih etmekle o marazdan kurtu­lur ve ihlâsı ka­za­nır.» (Lem’alar sh: 153)

 

41- «İşte ehl-i hakkın bu haksız ihtilaf marazının merhemi ve

ilâcı: وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْâyetindeki şiddetli nehy-i İlahî, وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَىâyetinde  hayat-ı

içtimaiyece  gayet hik­metli emr-i İlahîyi düstur-u hareket etmek ve ihtilafın İslâmiyete ne de­rece zararlı olduğunu ve ehl-i dalaletin ehl-i hakka galebesini ne derece teshil ettiğini düşünüp, kemal-i za'f ve acz ile, o ehl-i hakkın kafilesine fedakârâne, sami­mâne ilti­hak etmektir, şahsiyetini unutmakla riyâ ve ta­sannudan kur­tulup ihlâsı elde etmektir.» (Lem’alar sh: 154)

 

42- «İnsaflı hakperest , hakkın hatırı için nefsin ha­tırını kırıyor.Has­mı­nın elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar, mem­nun olur.

İşte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarikat, ehl-i ilim ken­di­lerine rehber ittihaz etseler, ihlâsı kazanır­lar.» (Lem’alar sh: 158)

 

Her türlü dinî cemaat ihlâsın mezkür düsturlarını takip etmeleri gerek.

 

43- «İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve mâni­leri def etmek için, gele­cek düsturlar rehberiniz ol­sun.

 

44- BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde rıza-yı İlâhî ol­malı...

 

45- İKİNCİ DÜSTURUNUZ:Bu hizmet-i Kur’âniyede bulu­nan kar­deşle­rinizi tenkid etme­mek ve onların üstünde fazilet­füruşluk nev’inden gıpda dama­rını tahrik etmemektir.» (Lem’alar sh: 160)

 

46- «ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Bütün kuv­ve­ti­nizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. (Lem’alar sh: 161)

 

47- «DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Kardeşlerinizin mezi­yetlerini şa­hıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasav­vur edip, onla­rın şe­ref­leriyle şâkirâne iftihar et­mektir... Kardeşler arasında buna tefânî  deni­lir. Yani, bir­birinde fâni ol­maktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unu­tup, kar­deşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşa­mak­tır.» (Lem’alar sh: 162)

 

48- «İhlâsı kazanma nın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, ra­bıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedele­yen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, ri­yâdan nefret veren ve ihlâsı ka­zandıran, ra­bıta-i mevt­tir. Yani, ölü­münü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâ­haza edip, nefsin desiselerinden kurtul­mak­tır.... Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalma­dan, bu kısa ömür ağa­cının başındaki tek meyvesi olan kendi cena­zesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsı­nın mevtini gördü­ğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse as­rının ölümünü de görür daha bir parça öbür ta­rafa gitse dün­yanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.» (Lem’alar sh: 163)

 

49- «İşte gel bu hale ne diyeceksin? Medeniyet midir? Maarifperver-lik midir? Vatanperverlik midir? Milliyetperverlik midir? Cumhuriyet-perverlik midir? Hâşâ! Hâşâ! Hiç hiçbirşey değil. Belki bir kader-i İlahîdir ki, o kader-i İlâhî, o ehl-i marifet adamın dost­luk ümid et­tiği yerden adâvet gös­terdi ki, hürmet yü­zün­den ilmi riyâya girmesin ve ihlâsı kazan­sın.» (Lem’alar sh: 174)

 

50- «Kardeşlerimin takvâ ve ihlâsları ve ziyaretçi­le­rin hür­met ve hüsn-ü zanları içinde, ben bilmeyerek, nef­sim müftehirâne, güya müteşekkirâne perdesi al­tında ri­yâkârâne bir enâniyet vazi­ye­tini almak istedi. Birden bu ehl-i dünyanın hadsiz hassasiyetle ve hattâ riyâkârlı­ğın zerrelerini de hisse­debilir bir tarzda, bir­den bana iliştiler. Ben Cenâb-ı Hakka şükrediyorum ki, bunla­rın zulmü bana bir vasıta-i ihlâs oldu.» (Lem’alar sh: 175)

 

51- «Risale-i Nur şakirdlerinde sırr-ı ihlâsın ne derece yük­sek bir terk-i enaniyet ve hazz‑ı nefsî­den teberri et­mek gibi, ihlâsın en yük­sek seci­yeleri Risale-i Nur şakird­lerinde tezahür ediyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 250)

52- «Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, hizmet-i imani­yeyi herşeyin fevkinde görür kutbiyet de ve­rilse ihlâs için hiz­metkârlığı tercih eder» (Kastamonu Lâhikası sh: 251)

 

53- «Hakikat-i ihlâs, benim için şan ve şe­refe ve maddî ve mânevî rütbelere vesile olabi­len şeylerden beni men edi­yor.... hâlis bir hâdim ola­rak, hakikat-i ihlâs ile, herşeyin fevkinde hakaik-i imani­yeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle bin­ler adamı irşad etmekten daha ehem­miyetli görüyo­rum.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 75)

 

54- «Dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlûp et­me­yen insanlara bir maksat olup, uh­revî ameline bir se­bep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü amel-i uhrevî ile dünyevî maksatlar, zevkler ara­nılmaz ara­nılsa, sırr-ı ihlâsı bo­zar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 86)

 

55- «Dine, imana hizmeti ve Risale-i Nur’u değil dünya siya­setine, belki kemâlât-ı mâneviyeye ve maka­mat-ı âliyeye âlet ede­mediğim gibi, herkesin hoş gör­düğü saadet-i uhreviye ve Cehennemden kurtulmaya ve­sile etmemek ve yal­nız emr-i İlâhî ve rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet etmemek bu za­manda Nurun hakikî kuv­veti olan sırr-ı ihlâs-ı ha­kikîyi mu­ha­faza etmeye  beni mecbur etmiş.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 152)

 

56- «“Benim vazifem hizmet-i imaniyedir mu­vaf­fak etmek veya et­me­mek Cenab-ı Hakkın vazifesi­dir” deyip ihlâs ile hare­ket etmeyi Kur’ân’dan ders al­mışım.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 242)

 

57- «Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da ben­lik, enani­yet,hodfuruşluk, hayatını güzelce me­deniyet fan­taziye­siyle geçirmek iş­tihası, tiryaki­lik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’ân’dan al­dığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfuruş­luğu terk etmek lüzumu­dur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile ima­nın kurtarılması na hizmet edilsin.» (Emir­dağ Lâhikası-II sh: 245)

 

 

İhlası bozan şeyler:

 

58- «Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlâsı kıra­cak bir şöh­ret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda boz­mak murad ise, onla­ra rahmet! Çünkü te­veccüh-ü âmmeye maz­har olmak ve halkla­rın na­zarında şöhret kazan­mak, benim gibi adamlara za­rardır zannede­rim.» (Mektubat sh: 65)

 

59- «Ben onlara müracaat ve dehalet ettikçe âdil olan kader-i İlâhî, beni on­ların zalim eliyle tâzip ede­cek­tir. Çünkü onlar diya­nete merbuti­yetimden beni sı­kıyor­lar kader ise, benim diya­nette ve ihlâsta noksa­niyetim var, ara sıra ehl-i dünyaya riya­kârlık­larımdan için beni sıkı­yor. Öyle ise, şimdi­lik şu sı­kıntıdan kurtuluşum yok. Eğer ehl-i dünyaya müracaat etsem, kader der: “Ey ri­yakâr, bu müracaatın cezasını çek.” Eğer müra­caat etmez­sem, ehl-i dünya der: “Bizi ta­nımıyorsun, sı­kıntıda kal.”» (Mektubat sh: 74)

 

60- «Keşf ü keramet, ezvak u envar veril­diği vakit, bir iltifât-ı İlâhî nev’inden kabul edip setrine çalışıyor­lar. Fahre değil, belki şükre, ubu­diyete daha ziyade giri­yorlar. Çokları o ahvâlin isti­tar ve inkı­tâını istemiş­ler, tâ ki amelle­rindeki ihlâs ze­delenmesin. Evet, makbul bir insan hakkında en mü­him bir ihsan-ı İlâhî, ihsanını ona ihsas etmemek­tir–tâ ni­yazdan naza ve şü­kürden fahre girme­sin.

 

61- İşte bu hakikate binaendir ki, velâyeti ve tari­kati isteyen­ler; eğer velâye­tin bazı tereşşuhâtı olan ez­vak ve kerâmâtı ister­lerse ve onlara mütevec­cih ise ve onlardan hoşlansa, bâki, uhrevî meyve­leri fâni dün­yada, fâni bir su­rette yemek kabilinden ol­makla beraber, velâyetin maye­si olan ihlâsı kaybedip velâ­ye­tin kaçmasına meydan açar.» (Mektubat sh: 451)

 

62- «Hakaik-i Kur’âniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temellük, tezellül zulmet­leriyle birleşemiyor. Onun için, bu nurların hakikat­lerinin meâli benden uzaklaşı­yor tar­zında bulunarak bana yabanî görünüyor, yabanî kalı­yordu. Cenâb-ı Haktan niyaz ediyorum ki, bundan sonra Cenâb-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlâs ihsan et­sin, ehl-i dünyaya tasannu ve riyâ­dan kurtarsın.» (Lem’alar sh: 44)

 

63- «Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i tak­vânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı is­ter. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. » (Lem’alar sh: 146)

 

64- «Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki veri­lir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybe­der, riyâya girer. Şan ve şeref arzu­suyla teveccüh‑ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâs­sız­lık yüzün­den ge­len bir itab ve bir mücazattır.» (Lem’alar sh: 149)

 

65- «Hizmet-i diniyenin mukabilinde dün­yada bir­şey istenilme­meli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetle­rini te­min et­sin. Hem zekâta da müstehak­tırlar. Fakat bu iste­nilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin üc­retidir” denilmez.» (Lem’alar sh: 150)

 

66- «“Şakirdlerim ne için onun yanına gidiyorlar? Ne için onun kadar şakirdlerim bulunmuyor?” diye, enâniyeti oradan fır­sat bulup, mezmûm bir haslet olan hubb-u câha temayül etti­rir, ihlâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.

 

67- İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş ma­raz-ı ru­hanînin ilâcı şudur ki: Cenâb-ı Hakkın rı­zası ihlâs ile kaza­nılır kesret-i etbâ’ ile ve fazla mu­vaffakiyet ile değildir.» (Lem’alar sh: 152)

 

68- «Enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzün­den, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlâs da kırılır. Ve vazi­fe-i uh­reviye de zede­lenir. Kolayca rıza-yı İlâhî de elde edil­mez.» (Lem’alar sh: 153)

 

69- «Gafletli ehl-i dünya ise, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi düşündükle­rin-den, bütün hissiyatıyla ve ruh u kalbiyle şiddetli bir surette hayat-ı dünyevi-yeye ait mes'elelere sarılır. Ve o mes'elede ona yardım edene kuvvetli yapı­şır. Ve hakikat nokta-i nazarında beş paraya değmeyen ve ehl-i hak ona on para kıymet vermeyen mes'elelere, divane olmuş elmasçı bir yahudinin beş paralık cam parçasına beş lira fiat verdiği gibi, beşyüz lira kıymetindeki vaktini o mes'eleye hasreder. Elbette bu kadar fiyat ve­rip ve şiddetli hissiyat ile sarılmak, bâtıl yolunda dahi olsasamimî bir ihlas olduğundan, o mes'elede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mah­kû­miyete vetasannua ve riyâya düşüp ihlâsı kay­beder. O nâmerd, him­metsiz, hamiyetsiz bir kı­sım ehl-i dünyaya dalka­vukluk etmeye mecbur olur.» (Lem’alar sh: 155)

 

70- «Bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz­’iyenin ha­tırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hiz­metteki umum kardeşle­rimizin hukukuna tecavüz, hem hiz­met-i Kur’âniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hür­metsizlik etmiş oluruz.» (Lem’alar sh: 160)

 

71- «İhlâsı kıran ve riyâya sevk eden  pek çok es­bab­dan iki üçünü muh­tasaran beyan edeceğiz.

BİRİNCİSİ: Menfaat-i maddiye cihetinden gelen reka­bet, yavaş ya­vaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır. Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hür­met ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niye­tiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi' etmemek için, sadaka ve he­diye gibi maddî men­fa­atlerle yardım edip hürmet et­mişler. Fakat bu muavenet ve men­faat istenilmez, belki ve­rilir. Hem kalben arzu edip muntazır kal­makla, lisan-ı hal ile dahi istenilmez. Belki umma­dığı bir halde verilir. Yoksa ihlâsı zede­lenir.» (Lem’alar sh: 164)

 

72- «İHLÂSI KIRAN İKİNCİ MÂNİ: Hubb-u câhtan gelen şöh­retpe­restlik sai­kasıyla ve şan ve şeref perdesi al­tında te­veccüh-ü âm­meyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşa­mak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir ma­raz-ı ruhî oldu­ğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen ri­yâkâr­lığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı ze­deler.» (Lem’alar sh: 165)

 

73- «Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ü tenzih

ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre مَنِ اتَّخَذَ اِلهَهُ هَوَيهُ

âyetinin bir to­ka­dını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise, aksülâ­melle is­tiskali celb eder, so­ğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlâsı kaybe­der, riyâyı ka­rıştırır.» (Lem’alar sh: 275) 

 

74- «Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistana ve vilâyât-ı şarkiyeye , Şeyh Sinûsî yerine vâiz-i umumî yapmak teklifini ne­den kabul etme­din?.... Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşı­yan Risale-i Nur mey­dana gelmezdi.» (Şualar sh: 289) (*)

 

75- «Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli ce­reyan­lar içinde siya­sete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliye­tini ve ihlâsını muhafaza ede­mez. Her­halde bir cereyan onun hareke­tini kendi hesabına alacak, dün­yevî mak­sa­dına âlet edecek, o hiz­metin kudsiyetini bozacak.» (Şualar s: 362)

 

76- «Mahdud birkaç arkadaşına bedel çok diplo­mat­ları kendisine ta­raf­tar kazanmak için ze­min hazır iken, sırf siyasete karışmamak veihlâsına zarar vermemek ve hükûme­tin nazarını ken­dine celb etmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına yazıp ki, “Sakın cere­yanlara ka­pıl­mayı­nız, si­yasete girmeyiniz, âsâyişe dokunmayınız” dediği...» (Şualar sh: 374)

 

77- «Siyasetten ve siyasî mânâsını işmam eden maddî ve mânevî mer­te­belerden ihlâs sırrıyla bütün kuvvetiyle ka­çan...» (Şualar sh: 388)

 

78- «Ben, değil dünyevî makamatı ve şan ve şe­refi şahsıma kazandır­mak, belki mânevî büyük ma­ka­mat fa­raza bana ve­rilse de, fakat hiz­metteki ihlâsıma nefsimin hissesi ka­rışmak  ihtimaline binaenkorka­rak o makamatı da hizmetime feda et­meye karar verdiğim ve fiilen de öy­lece hareket... » (Şualar sh: 395)

 

79- «İbadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlâsı kay­bo­lur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı dü­şünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünceyle ame­lini adem-i ihlâsla ibtal eder. » (Mesnevî-i Nuriye sh: 227)

 

80- «Çok rica ederim ki, gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim.Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir se­bep, benim kardeşlerim ve talebele­rimle olan münasebetin sami­miyetini ve ihlâsı zede­leme­mek­tir.» (Barla Lâhikası sh: 122)

 

81- «Hakaik-i diniyenin fevâid -i dünyeviyesi, yal­nız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derece­sine çıksa ve o amel-i hay­rın yapmasına sebep o fayda olsa, o ameli ibtal eder lâ­akal ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 110)

 

82- «A’mâl-i sâlihanın ücretleri, meyve­leri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyve­leri bu dünyaya çek­mek ve bu dünyada on­ları iste­mek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i salihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet, o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için ve­rildiğini düşünüp şükreder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 134)

 

83- «Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerine siper edilmez. Çünkü, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle,dün­yevî maksat­lar onunla kasten istenilmez. İstenilse, ihlâs kırı­lır.... Eğer is­temekle olsa, illet olur, ihlâsı kırar, o ibadeti kısmen ibtal eder.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 262)

 

84- «Benim iaşem için  her gün iki buçuk banknot, hem yeni­den be­nim için bir hane –mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda– yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım bunu kabul etme­mek iktiza eder..... Eğer kabul etsem, yetmiş senelik ha­yatım gücene­cek ve bu zamandan haber ve­rip tama’ ve maaş yüzünden bid’alara giren ve ihlâsı kaybeden âlim­leri tokatlayan İmam-ı Ali Radıyallahu Anh dahi benden küsecek ihtimali var ve Risale-i Nur’un hakiki ve sâfi olan ihlâsı beni de ihlâs­sızlıkla itham etmek ciheti var.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 24)

 

85- «Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cere­yan­lara ve bilhassa siya­setli cemaatlere hiçbir alâka peydâ etmiyor­sun? Ve Risale-i Nur ve şakird­lerini mümkün ol­duğu kadar o ce­reyanlara temastan men edi­yorsun? Halbuki, eğer temas etsen ve alâ­kadar olsan, birden bin­ler adam Ri­sale-i Nur da­iresine girip, parlak hakikatle­rini neşrede­cek­lerdi hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olma­yacaktın.

 

86- Elcevap: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehem­mi­yetli sebebi: Mes­leği­mizin esası olan ihlâs bizi men edi­yor. Çünkü, bu gaflet zamanında, hususan ta­rafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını  da o dün­yevî mesleğe bir nevi âlet hükmü­ne getiriyor.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 38)

 

87- «Kendimizi satmak ve beğendirmek ve temed­düh etmek, hodfüruşluk etmek ise, Risale-i Nur’un ehemmi­yetli bir esası olan ihlâs sır­rını bozmaktır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 52)

 

88- «Tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi gös­termeye ve zi­yade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görün­mek için ken­dimi makam sahibi göster­mek ve sırr-ı ihlâsa tam münâfi kendini büyük göstermek ve va­kar per­desi altında benliğin zararlı ve fâni zevkini aramak» (Emirdağ Lâhi­kası-I sh: 201)

 

89- «Faraza velâyet olsa da, bilerek, isteyerek ma­kam yapmak tar­zında, velâyetin mahiyetin­deki ihlâs ve mah­viyete münafidir.Nübüv­ve­tin vereseleri olan Sahabeler gibi iz­har ve dâvâ edemezler onlara kıyas edil­mez. » (Emirdağ Lâhikası-I sh: 227)

 

90- «Sırr‑ı ihlâsa ve hiçbir şeye âlet olmamaya bina edilen hizmet-i imaniye ile şahsî makam-ı mâ­neviyeyi aramamak iktiza ediyor.Hare­kâtında onları istememek ve düşünmemek lâ­zımdır ki, hakikî ihlâsın sırrı bozul­masın.» (Emir­dağ Lâhikası-I sh: 244)

 

91- «Tarafgirlik damarı ihlâsı kırar, ha­ki­kati değiş­tirir.» (Emirdağ Lâhi­kası-I sh: 272)

 

92- «Kendim sadaka ve yardımları kabul etmedi­ğim gibi, öyle yar­dım­lara da vesile olamadığımdan, kendi elbi­semi ve lüzumlu eşyamı sa­tıp o pa­rayla kendi kitaplarımı, yazan kardeşlerimden satın alıyorum. TâRisale-i Nurun ihlâsına dünya menfaat­leri girmesin, bir zarar verme­sin ve başka kardeşler de ib­ret alıp hiçbir şeye âlet edilmesin.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 272)

 

93- «İman dersi için gelenlere tarafgirlik naza­rıyla bakılmaz. Dost düşman, derste farketmez. Halbuki si­ya­set tarafgirliği, bu mânâyı zede­ler, ihlâs kırı­lır. Onun içindir ki, Nurcular em­salsiz işkence­lere ve sıkın­tı­lara ta­hammül edip Nuru hiçbir şeye âlet etme­diler. Siyaset to­puzuna el atmadılar.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 36)

 

94- «Risale-i Nur gibi sırf imanî ve uhrevî bir hizmet-i kudsi­yeyi dün­yaya âlet etmemek ve menâfi-i şahsiyeye vesile yap­mamak için, o mak­bul âdete ve o zararsız seci­yeye karşı bana bir nefret ve bir kaçınmak ve şiddet-i fakr ve zaru­reti kabul edip elini insanlara açmamak hâleti ve­ril­mişti ki, Risale-i Nur’un ha­kikî bir kuvveti olanhakikî ihlâs kırıl­masın. Ve bunda bir işaret-i mânevî his­sediyor­dum ki, gelecek zamanda maişet derdiyle ehl-i ilmin mağ­lûbiyeti bu ihtiyaç­tan ge­lecektir.» (Emirdağ Lâhi­kası-II sh: 74)

 

95- «Mahkemelerce Nurun serbestiyet-i tâmmesi için karar vermek, ha­riç âlem-i İslâmda Nurların ha­kikî ihlâsına böyle bir şüphe gelecekti ki,ya Nur­cular riyakârlığa mecbur olmuş­lar veyahut böyle medenîleş­mek fikrinde olanlara ilişmiyor­lar, zaaf gösteriyorlar diye...» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 107)

 

96- «O gelecek zatın ismini vermek, üç vazi­fesi bir­den hatıra geli­yor yan­lış olur. Hem hiç¸bir şeye âlet olma­yan Nur’daki ihlâs zedele­nir.» (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî sh:10)

Risale-i Nur Külliyatından nakledilen yukarıdaki sarih ifade ve be­yanların kati neticesi olarak ihlâs düsturu, de­ğişmez bir  esastır. Hatta yapılan hizme­tin makbuliyeti ve ibadet vasfını ka­zanması için ihlâs şart­tır.

 

 

 

 

 

 

Esasat-i Nuriye

[1]   Hûd Sûresi, 11:112.

[2]  Şuarâ Sûresi, 26:84

(*) Madem muhatablar içine Nurcular girdiler. Sıdk kelimesine ihlâs, sadakat, sebat, tesanüd gibi kelimeler ilave olur. (Müellif)

[3]  Yu­nus Sûresi, 10:72; Hûd Sûresi, 11:29; Sebe’ Sûresi, 34:47.

(*) İnsanın his, niyet ve düşünce gibi görünmeyen iç dünyasının bazı fiilî  tezahürleri vardır. Görünen bu tezahürlerle görünmeyen  içteki ahvale intikal edilir. «Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtın­dan çıkar.» (Hutbe-i Şamiye sh: 77) ifadesiyle nazara verilen ölçüye göre bazı parağrafları ele alacağız.

Mesela 74. p. da: Dine tabi olmayan iktidar sahiblerinin maaş ve vaiz-i umumî yapmak gibi tekliflerini kabul etmek;

75. p. da: Şer cereyanının hakimiyeti içinde siyasete girmek;

76, 85, 86. p. larda: Manevî hizmet ehlinin diplomatlarla hizmet beraberliğine girmeleri;

77, 78. p. da: Maddî - manevî mertebelerden kaçmamak;

79. p. da : Hizmette rekabet yapmak;

88, 89. p. da: Kendini makam sahibi göstermek tavırları takınmak;

94. p. da : Hizmet ehlinin maddi menfaat için insanlara el açması gibi durumlar ve hareketler, ihlas sırrına aykırı düşen fiilî tezahürleridir. (Hazırlayanlar)