SADAKAT VE FEDAKÂRLIK DÜSTUR VE ESASI

 

Bir ameli, Allah emrettiği için yapmak ihlas, em­re­dil­diği gibi yapmak ise sadakattır. Sadakatın biri ma­nevî, di­ğeri fiilî olarak iki ciheti vardır. Kişinin bağ­landığı davaya ciddi ve kalbî samimi­yeti, sa­dakatın manevî ci­he­tidir. Bu manevî bağlılığın fiilî te­za­hürü ise; bağlandığı şeyin icablarını harfiyyen ve ta­sarruf et­me­den yerine ge­tirmek ve fi­ilen sadakatını isbat etmeye çalışmak­tır. 

Evet bu fiilî sadakata bakan ve sadece kalb temiz­liğine gü­venenleri ikaz eden şu beyan, cidden dikkate alınmalıdır. Şöyle ki:

1- «O biçareler, “Kalbimiz Üstadla beraberdir” fik­riyle kendi­lerini tehlikesiz zannederler. Halbuki, ehl-i il­hâdın cere­yanına kuvvet veren ve pro­pa­gandalarına ka­pılan, belki bilmeyerek hafiye­likte istimal edil­mek tehli­kesi bulunan bir adamın “Kalbim sâfidir, Üstadımın mes­leğine sâdıktır” demesi bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken kar­nındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona “Namazın bo­zuldu” denildiği va­kit, o diyor: “Neden na­mazım bozulsun? Kalbim sâfi­dir.” (Mektubat sh: 412)

Hizmet Rehberinin mukaddimesinde, Risale-i Nur’dan der­lenmiş olan muhteviyatı hakkında deniliyor ki:

 

2- «Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin meslek ve meş­re­bine dair Kur’andan ders aldığı çok mu­azzam bazı haki­katleri, hizmet-i imani­yede bulunan Nur Şakirdleri için daima ta­ze­lenen bir dersimiz ve her vakit temessük edeceğimiz de­ğiş­mez düsturumuz, maddî-ma­nevî her türlü engel­ler karşısında muvaffakiyete, rıza-yı İlahîye îsal edici en ehem­miyetli rehberi­miz...»(Hizmet Rehberi sh: 5) diyerek eser­deki düsturlar naza­ra verili­yor. Yazının deva­mında ise:

 

3- «Üstad Bediüzzaman’ın azamî ihlas, azamî sada­kat ve azamî fe­da­kârlık manasını ihtiva eden, gösteren ve işaret edenmesleğini nazara ver­mek lâzım gelmektedir. Ta ki, hizmet-i Nuriyede buluna­cak Kur’an Şakirdleri kı­yamete kadar bu düstur­lar müvacehesinde hareket etsin­ler. Muvaffakiyetin ve rıza-yı İlahîye nailiyetin, ancak bu suretle mümkün olacağına kat’i kanaat getirsinler.» (Hizmet Rehberi sh: 6)

Şeklindeki ifade ile de sadakatın, düsturlara bağlı­lık ol­du­ğuna ve kıya­mete kadar da değişmeyeceğine dikkat çe­kili­yor. Yine aynı yazıda:

 

4- «Risale-i Nur hizmetinde tecelli eden rıza-yı İlahî ve tevfik nurları­nın tevali ve devam etmesi için herhalde Hazret-i Üstad Bediüzzaman’ın takib ettiği meslek ve meşrebi, yarım asra yak­laşan uzun bir hizmet dev­re­sinde muhtelif hâdiseler, şiddetli tazyi­kat ve hücumlar karşı­sında maddî ve manevî engeller içe­ri­sinde takındığı tavır, niyaz ve yaşadığı halet-i ru­hiye ve gösterdiği azim ve sa­dakat gibi ahvali olan “sıddıkiyet mesleği­dir” ki Nur Talebeleri içinehemmiyetle bi­linmek, anlaşılmak ve ya­şanmak îcab eder.»(Hizmet Rehberi sh: 7) 

diye sadakatın lüzu­mu­nun nazara veril­mesi tavsiye edilir. Aynı yazıda aynı hükmü te’yi­den şu tavsiyeler var:

 

5- «Dersimizi hakaik-ı Kur’aniye ve envar-ı ima­niye hazinesi olan Ri­sale-i Nur’dan aldığımız gibi, bir­birimizle manevî münase­bet, alâka, uhuv­vet ve mu­habbet düstur­larımızı da hep o Risale-i Nur’dan ders ala­cağız. Evet bu zamanda, bu dehşetli ve cihanşü­mul hâdiseler hengâ­mında Kur’an Şakirdleri cüz’î ve küllî, ferdî ve içtimaî bütün ders ve ikazla­rını Risa­le-i Nur’la tahsil edecek­lerdir.» (Hizmet Rehberi sh: 8)

 

6- «Risale-i Nur’daki hakaik, nasılki doğrudan doğ­ruya feyz-i Kur’andan mülhem hakaik-ı imaniyedir, za­man ve zemine göre değişmez ebedî hakikatlardır. O kudsî hakaikın ders ve tali­minde, neşir ve ilâ­natında da hizmete taalluk eden irşad, ikaz, teşvik ve tergibi ta­zam­mun eden şu gelecek me­s’ele­ler de herhalde değiş­mez dersler ve esa­sat­tır ki, Nur Talebeleri hayatın ve hizmetin muhtelif saha ve saf­hala­rında onlardan istifadeederler, müşkilatlarını giderir­ler.» (Hiz­met Rehberi sh: 9)

Bazan çok zor şartlar ve tehlike karşısında kalan şâ­kirdlerin o tazyikat içinde sadakatı muhafaza ede­meme ha­linde duadan mahrum kalmamaları için duada sâdıkîn ke­limesinin kaldırı­labile­ceğine cevaz veren mektubunda Üstad Bediüzzaman diyor ki:

 

7- « Ben birkaç gündür bir duamı değiştirdim. Şimdiye kadar bazan yüz defa tekrar ile وَاغْفِرْلَنَا veya وَفِّقْ gibi dualarda طَلَبَةَرَسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ cümlesinden الصَّادِقِينَ kelimesini kaldırdım; tâ ki ruhsatla amele kendini mecbur bilen ve sıkıntının verdiği evham ve me'yusiyet cihetiyle zâhirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadakata muhalif hareket eden kardeşlerimiz o dualardan mahrum kalmasınlar.» (Şualar sh: 328)

Demek oluyor ki, normal şartlar içinde sadakat şarttır.

 

8- «Kardeşlerim! Herhalde bu kadar sıkıntı ve za­rarı çeken zayıf bir kı­sım aile sahipleri, bir derece Risale-i Nur’dan ve bizden çekinmek, belki vazgeçmek için bir mazeret olabilir zannıyla, tahli­yeden sonra de­ğişmek ih­timaline binaen derim: Bu derece kıymet­tar bir mala bu maddî ve mânevî fiyat veren ve bu azabı çeken, o maldan vazgeçmek büyük bir hasârettir. Hem herbirisi, Risale-i Nur’un eczalarını ve alâkadarlarını ve bizi mu­hafa­za ve yardım ve hizmeti birden bıraksa, hem ona, hem bizlere lüzumsuz bir zarar­dır. Onun için, ihtiyatla beraber, sada­katı ve irtibatı ve hiz­meti de­ğiştir­memek lâzımdır.» (Şualar sh: 342)

 

9- «Böyle ihlâslı sadakat, livechillâh uhuvvet ve fi­se­bîlillâh muave­net, ancak âlî-himmet sıddîkînlerde bu­lunur. » (Kastamonu Lâhikası sh: 20)

 

10- «Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmet eden bir zat, bir­den sa­da­kati bırakıp mesleğini de­ğiş­tirdi. Birden şefkat­siz birtokat yedi. Bir sene­dir daha çekiyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 51)

 

11- «Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müf­ritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sa­dakat ve sebat ve müfri­tane irtibat ve ih­lâs lâ­zımdır. Onda terakki etmeliyiz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 89)

 

12- «Yirmi senedenberi tahribkârâne eşedd-i zu­lüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, on­dan, belki de yirmi­den bi­risine itimat edilmez. Bu acib hâlâta karşı çok fevkalâde se­bat ve meta­net ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzım­dır, yoksa akîm kalır, zarar verir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 90)

Risale-i Nurun şirket-i uhreviyesinden istifade ede­bilmek için gereken şartlardan birisi de sadakattır. Şöyle ki:

 

13- «Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takvâ ve iç­tinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubu­di­yete sahip olur. Elbette, bu büyük kazancı kaçır­mamak için, takvâda, ihlâsta, sada­katte çalışmak gerek­tir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 96)

 

Dünya hayatını ahirete tercih ettiren, bu asrın dehşetli has­talığından ikaz eden bir ayetin izahında Bediüzzaman Hazretleri, kurtuluş sebeblerinden biri olarak sadakatı şart ko­şar. Şöyle ki:

 

14- «Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli ma­razına karşı Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçla­rının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metîn, sarsılmaz, sebat­kâr, hâlis, sâdık, feda­kâr şakird­leri muka­vemet ederler. Öyleyse, herşeyden evvel onun daire­sine gir­meli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam iti­madla ona yapış­mak lâ­zım ki, o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 105)

 

15- «Risale-i Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şakird­lerine kazandır­dığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neti­ceye mukabil fi­yat ola­rak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sada­katve dâimî ve sarsılmaz bir sebat ister.... iştirak-i a’mâl-i uhreviye düsturuyla, herbir şakir­dine, herbir günde binler hâlis li­sanlarla edilen makbul duaları ve binler ehl-i salâha­tin işledikleri a’mâl-i salihanın misil sevablarını ka­zan­dırıp, herbir hakikî sâ­dık ve sebat­kâr şakir­dini amelce binler adam hükmüne getir­diğini, kerametkârâne ve takdirkârâne İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü’nün üç ihbarı ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ı Âzam­daki (K.S.) tahsinkârâne ve teşvikkârâne be­şareti ve Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın kuvvetli işare­tiyle o hâlis şakirdler, ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet ola­cakla­rına müjdesi pek kat’î isbat ederler. Elbette böyle bir ka­zanç, öyle bir fiyat ister.»(Kastamonu Lâhikası sh: 122)

 

16- «Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangı­nında ve fır­tınalarında selâmet-i kalbini ve is­tira­hat-ı ruhunu mu­hafaza eden ve kurta­ran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en zi­yade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sada­katle gi­renlerdir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 123)

 

17- «Cesurca, fakat kalemsiz iki adam, Risale-i Nur dairesine biri bi­ri­sini getirdi. Onlara dedim ki: “Bu dairenin verdiği büyük ne­ticelere muka­bil, sarsılmaz bir sadakat ve kırılmaz bir metanet is­ter. Isparta kahra­manla­rının gösterdikleri harikalar ve cihan-pe­sendâne hidemât-ı Nuriyenin esası, harika sadakatleri ve fevka­lâde metanetleridir. Bu meta­ne­tin birinci sebebi, kuvvet-i imaniye ve ihlâs hasletidir. İkinci se­bebi, cesaret-i fıtriyedir.”

Onlara dedim: “Sizler cesaretle ve efelikle tanın­mış­sınız ve dünyaya ait ehemmiyetsiz şeyler için feda­kârlık gösterirsiniz. Elbette Risale-i Nur’un kudsî hiz­me­tinde ve cihana değer uhrevî neticele­rine mukabil, mer­dâne ve fe­dakârâne cesaret ve me­tanet gös­terip sadakatinizi mu­ha­faza edersi­niz” » (Kastamonu Lâhikası sh: 144)

 

18- «Ben dahi, iman ve sadakat şartıyla, Risale-i Nur tale­be­lerini bü­tün dualarıma ve manevî ka­zanç­larıma, yirmi dört sa­atte, iştirak-i a’mâl-i uhreviye düs­turuyla, ba­zan yüz defadan zi­yade “Risale-i Nur tale­be­leri” ünvanıyla hissedar ediyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 149)

 

19- «Sadakat ve kanaatle Risale-i Nur da­iresine gi­ren,imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var.» (Kastamonu Lâhikası sh: 263)

 

20- «En eski şakirdlerden olan Kâtip Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsıl­madan, değişmeden, sada­katlerinde de­mir gibi de­vam edip çok­lara da hüsn-ü misal oluyor­lar.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 83)

 

21- «Hulûsi, Hakkı gibi yirmi seneye yakın bir za­mandan beri mâbeynlerinde olan samimane dostluk ve kardeşlik tam devam ve sebat et­tiği gibi, onların Risale-i Nur’a karşı alâka ve irtibat ve sada­kat­leri, ay­nen mâ­beynlerindeki hâlisâne münasebet­leri gibi hem devam ediyor, hem metanet kesb ediyor, ârı­zalarla sarsıl­mıyor.»(Emirdağ Lâhikası-I sh: 92)

 

22- «Benden ziyade Risale-i Nur ve şakirdlerini hi­maye ve muhafaza etmek ve ehl-i siyasetin ve beni ze­hir­leyen düşmanları­mın desiselerinden kurtarmak için gayet derecede bir ihtiyat, tam bir sadakat ve be­nim ye­rimde tam bir dikkatle mükellefsiniz. Yoksa az bir hatâ, yalnız bana de­ğil, belki binler mâsum şakirdlere ve şimdi parla­yan şerefinize dokuna­cak.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 144)

 

23- «Tahirî’nin, Denizli hapsinde, unutulmaz hâ­li­sane hiz­me­tiyle ve Nurlara sarsılmaz sadakatiyle ve yanılmaz zekâ­ve­tiyle ve çekilmez bahadırlığıyla da­ire-i Nurda ehemmiyetli ma­kamı için, bütün bu defaki mek­tubunu Lâhikaya geçirdik.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 161)

Sadakat sıfatlarına sahip Nur talebelerinin her devrede ol­ma­larına işaret eden bazı kısımlar:

 

24- «O zat, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri ken­dine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu va­zi­fenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yal­nız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kı­sım şakirdlerdir.» (Emirdağ Lâhika­sı-I sh: 266)

 

25- «Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebe­min kalbinde zerre ka­dar intikam emeli beslememesini ve on­lara mukabil Risale-i Nur’a sada­kat ve se­batla çalışmala­rını tavsiye ederim.»(Emirdağ Lâhikası-II sh: 81)

 

26- «O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik et­mektir.Birinci va­zi­fe, maddî kuvvetle değil, belki kuv­vetli itikad ve ihlâs vesadakatle ol­duğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve ha­kimiyet lâ­zım..» (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî sh: 9)

 

27- «İkincisi: Van’da inzivada iken garba nefyedi­lip Isparta’nın Barla nahiyesinde ikamete memur edil­diği za­mandan başlar ki, Risale-i Nur’un zuhuru ve inti­şarıdır. Âzamî ihlâs, âzamî fedakârlık, âzamî sa­da­kat, meta­net ve dikkat ve iktisad içinde Risale-i Nur’la giriştiği hizmet-i ima­niye ve mânevî cihad-ı diniye­dir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 27)

 

SADAKAT, ÂZAMÎ FEDAKÂRLIK İSTER

Din yolunda ve dine hizmet için azamî fedakârlık gös­termeksadakatin şartlarındandır. Yani lüzumunda din için mal, aile ve ha­yat gibi meşru haklar­dan vazgeçip feda et­mektir. Aynı za­manda dava arkadaşları arasında şahsî hu­kukta anlaş­mazlık çı­karsa, hizmetin selâmeti için kendi hakkından vazgeç­mek, keza din yo­lunda mahrumiyet ve maddî im­kânsızlıklara veya din düş­manları­nın zu­lümlerine ma­ruz kalınmasına rağmen sabr u sebat etmek, büyük bir fedakârlık­tır. İşte Nurculukta bu mânâda azamî feda­kâr­lık bir esastır.

 

28- «Evet, kardeşlerim, bu zamanda öyle dehşetli ce­reyanlar ve hayat ve cihanı sarsacak hadiseler içinde had­siz bir metanet ve iti­dal-i dem ve ni­hayetsiz bir fe­dakârlık taşımak gerektir.»(Kastamonu Lâhikası sh: 197)

 

29- «Nur şakirdlerinden çokları hem malını, hem isti­ra­ha­tini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda edi­yorlar. Sen, ey nefsim neden feda­kârlıkta en geri kalmak ister­sin?» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 200)

 

30- «Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i mad­diyeye ehemmiyet ver­medikleri gibi, bir kısmı, âzamî iktisad ve kana­atle ve fakirü’l-hal olma­la­rıyla be­raber, sabır ve in­sanlardan is­tiğna ileve hizmet-i Kur’âniyede ha­kikî bir ihlâs ve fedakâr­lıkla ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalâ­lete karşı mağlûp olma­mak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa dâvet et­mekte bir şüphe bırakma­mak için ve rızâ-yı İlâhîden başka o hiz­met-i kudsiyeyi hiçbirşeye âlet etme­mek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye fay­dalarından çeki­niyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 170)

 

31- «Bu dehşetli dinsizlik komiteleri öyle dehşetli hü­cumları ve desi­se­le­ri yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için âzamî fe­dakârlıkyap­mak ve harekât-ı dîniyesini rızâ-i İlâhîden başka hiç bir şeye âletyapma­mak lâzım geli­yordu.» (Hanımlar Reh. sh: 26)

 

32- «Din derslerini kaldırıp Ezan-ı Muhammedîyi kaldırmak gibi deh­şet­li hücumlara karşı, âzamî feda­kârlık ve âzamî sebat ve metanet ve herşeyden is­tiğna etmek lüzumu karşısında ben bir sünnet-i se­niyye olan evlenmek âdetini terk ettim ki, tâ çok ha­ram­lara girmeyeyim. Ve çok va­ciple­ri ve farzları yapa­bileyim.» (Hanımlar Rehberi sh: 27)

 

33- «Çok bîçarelerin saadet-i bâkıyeleri için ve da­lâ­lete düş­memeleri ve îmânlarını takviye edip kurtar­ma­ları için ve hakikat-ı Kur’âniye ve îmâniyeye tam hiz­met et­mek ve hariçten gelen, da­hilde çıkan dinsizlere karşı da­yanmak için, zail ve fânî dünyasını terk etmek, elbette sünnet-i seniyeye muhalefet değil belki haki­kat-ı sünnete mutabakattır. Ve Sıddîk-ı Ekber’in: “Cehennemde vücu­dum büyüsün, tâ ehl-i îmâna yer bu­lunmasın” diye feda­kârlıkta âzamî sadakatın bir zerresini kazan­mak fikriyle, bîçare Said bü­tün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar et­miş.» (Hanımlar Rehberi sh: 29)

 

34- «Bediüzzaman, Kur’ân, imân, İslâmiyet hizmeti için, dünyevî rahatlıklarını fedâ etmiş dünyevî, şahsî servet­ler edinmemiş, zühd ve takvâ ve ri­yâzet, iktisad ve kanaatla ömür geçirerek dünya ile alâ­kasını kesmiştir.» (Sözler sh: 757)

 

35- «Amansız din düşmanlarının plânlarıyla mah­ke­melere sürüklenen Risale-i Nur talebelerinin müda­fa­aları ve bu talebele­rin İslâmiyete hiz­met­leri esna­sında, gizli İslâmiyet düşmanı, in­safsız, cebbar zâlimle­rin en­trikala­riyle maruz kaldıkları işkence­lerden yıl­mamak, şahıslarını dü­şünmeden, yani, şahsî re­fah­larını İslâmın refah ve sa­adeti için fedâ ede­rek, sıddıkı­yetle se­bat etmelerive eşedd-i zulme mukavemet et­meleri, âşi­kâr bir delil teşkil etmekte­dir.» (Sözler sh: 766)

 

36- «Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun. Dünyayı başı­mıza ateş yapsanız, haki­kat-i Kur’âniyeye feda olan başlar, zendekaya teslim-i si­lâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşa­al­lah!»(Lem’alar sh: 262)

 

37- «Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bu­lunsa, hergün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zendekaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeç­mem ve geçe­mem.» (Şualar sh: 351)

 

38- «Mülhidleri kat’î bir surette iskât etmek, bil­fiil, maddeten öyle fe­dakârlar lâzım ki, dünyanın en mühim meşgale­leri, belki büyük za­rarları on­ların hakaik-i ima­niye ihti­yaçla­rını sustur­mu­yor.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 230)

39- «Bir zaman evliya-i azîmeden nefs-i emmaresinden kurtulanlar­dan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvala­rını gördüm. Çok hayret ediyordum.

Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a'sab, tabiat ve hissiyat halitasından çı­kan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm. Ve anla­dım ki, o müba­rek zâtlar hakikî nefs-i emmareden değil; belki mecazî bir nefs-i emmareden şekva etmişler.

Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmareden haber veriyor. Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör his­si­yat bulun­duğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve din­lemiyor ki on­larla ıslah ol­sun ve kusurunu anla­sın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un er­kânları gibi, herşeyini, enaniye­tini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)

 

40- «Nefis ve şeytan, sizi, kardeşinize karşı itiraza ve haklı ola­rak ten­kide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: “Biz, değil böyle cüz’î hu­ku­kumuzu, belki hayatımızı ve haysi­yetimizi ve dünyevî saadeti­miziRisale-i Nur’un en kuv­vetli rabıtası olan tesanüde feda et­meye mükellefiz. O bize kazandır­dığı netice itibarıyla dün­yaya, enaniyete aither­şeyi feda etmek vazifemiz­dir” deyip nefsinizi susturu­nuz.»(Kastamonu Lâhikası sh: 234)

41- «Münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağ­mına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vak­fediyor ve Üstadımızın dediği gibi diyor­lar: “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zama­nıdır.”» (Tarihçe-i Hayat sh: 691)

Nümune olarak ve kısmen nakledilen mezkûr ifa­de­lerde gö­rüldüğü üzere Risale-i Nurun hizmet haya­tında “fedakârlık”; key­fiyeti teşkil eden meziyet­lerden değişmez bir esastır. Hizmet ha­yatında rahatını, menfa­atini düşünen ve hizme­tin maslahatına göre değil, kendi isteklerine göre hiz­mete bakanların fedakârlığı, ciddiyet kazanamaz ve ken­dini hizmete değil, hizmeti kendine tabi yapmış olur.

İşte yukarıda tesbit edilen beyan ve sarih ifadeler, sa­dakat vefedakârlı­ğın değişmez bir düstur ve esas olduğunu göste­ri­yor.

 

http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=56&Itemid=34