TAKVÂYI MUHAFAZA VE BİD’ATLARI TERK ESASI

 

1- «Nurun mesleği, hakikat ve sünnet-i seniye ve fe­raize dik­kat ve bü­yük günahlardan çekinmek esastır.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 241)

 

2- «Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, iman­dan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esasla­rını düşündüm. Takvâ, menhi­yattan ve günahlardan içti­nab etmek ve amel-i salih, emir da­ire­sinde hare­ket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve se­fahet ve câzibedar he­vesat zama­nında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup bü­yük bir rüç­haniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cere­yan dehşetlen­diği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farz­larını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtu­lur..

..Risale-i Nur şakirdlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tah­ribata ve günahlara karşı takvâyı esas tu­tup davranmak gerek­tir.»(Kastamonu Lâhikası sh: 148)

 

3- «Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatı­nızı iman ile hayatlan-dırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve gü­nahlardan çe­kinmekle muhafaza ediniz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 157)

 

4- «Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adam­ların de­dikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüd edi­yor, ne yapa­yım?”

Ben de dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme Çünkü riva­yet var: İmam-ı Şâfiî’nin (R.A.) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir.”

Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i isti­ma­lâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfı­zasına zaaf gelir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 133)

 

5- «Suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve su­kut-u ruha sebebi­yet verdiği şununla anlaşılır:

Nasıl ki, merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cena­zesine na­zar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder. Öyle de, öl­müş kadınların suret­lerine veyahut sağ ka­dınların küçük cena­zeleri hük­münde olan suretlerine hevesperve­râne bakmak, derin­den de­rine hissiyât-ı ul­viye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder.» (Sözler sh: 410)

 

6- «Âhirzamanda bir şahsın hatiât ve günahları­nın gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayet­ler vardır..

..Şimdi bu zamanda müteaddit esbabını gördük.

Ezcümle: Müteaddit o vücuhundan radyomla an­la­şıldı ki, o birtek adam, birtek kelimeyle bir milyon ke­bairi birden işler. Ve milyon­larla in­sanı dinlettirmekle günahlara sokar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 71)

 

7- «Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî ola­rak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz nama­zını edâ etmek, yedi kebâiri işleme­mektir.» (Mektubat sh: 344)

 

8- «Yedi kebâiri soruyorsunuz. Kebâir çoktur fa­kat ekberü’l-kebâir ve mûbikat-ı seb’a tâbir edilen gü­nahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şeha­detlik, dine za­rar vere­cek bid’alara taraftar ol­maktır.»(Barla Lâhikası sh: 335)

 

9- «Beş farz namazını kılan ve yedi kebâiri terk eden zatları, şu ma­ne­vî münasebet ve gö­rüş­mek neticesi ola­rak, âhiret kardeşliğine ka­bul ediyorum. Ben her sabah ma­nevî kazancım ne ise, o âhiret kar­deşle­rimin sahife-i a’mâline geçmek için Cenab-ı Hakkın dergâhına niyaz edip hediye ediyo­rum. Onlar dahi beni manevî hayratla­rına ve dualarına his­sedar etmelidirler –tâ hisselerini ka­zancımızdan alsın­lar.»(Barla Lâhi­kası sh: 269)

 

10- «Üstadım bana ve dinleyen her zevi’l-ukule, “Tarikat za­manı de­ğil, imanı kurtarmak zamanıdır. Beş vakit namazını hak­kıyla edâ et nama­zın nihayetin­deki tesbihleri yap ittibâ-ı sünnet et yedi kebâiri iş­leme” der­sini vermiştir.» (Barla Lâhikası sh: 29)

 

11- «Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zâlimâne kısmı, kazf-i muhsanât nev’idir. Yani, gözüyle gör­müş dört şahidi göste­remeyen bir insan, bir er­kek veya kadın hakkında zinâ isnâd etmek, en şenî bir günah-ı kebâir ve en zâlimâne bir ci­nayettir, hayat-ı içtimâiye-i ehl-i imanı zehir­lendi­rir bir hıyanettir.» (Barla Lâhikası sh: 267)

 

12- «Risale-i Nur, gerçi umuma teşmil sure­tiyle değil, fa­kat her­halde hakikat-i İslâmiyenin içinde cere­yan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet‑i Seniye gibi ince, fakat ehemmi­yetli esasları muha­faza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdi­sâ­tın fetvalarıyla onlar terk edilmez.» (Kastamonu Lâhi­kası sh: 77)

 

13- «Sen o nefersin, senin namazın, talimatındır. Ve terk-i kebair ile takvan ve nefis ve şeytanla olan müca­heden ise harbindir. Senin ye­gâ­ne gaye-i fıtratın da bu­dur. Fakat bunda da muvaffık ve muîn yine ancak Allah'tır.» (Mesnevî-i Nuriye sh: 511, Tercüme A. Badıllı)

 

Dahilde çıkan sinsi fitneye ve münafıkların ifsa­datına karşı bir ikaz:

14- «Ey birader! Düşman hariçte olsa, insan, silâh­sız o düş­manla geçi­nebilir. Fakat düşman kale içine girse ve gizlense, o vakit o düş­mana karşı silâhlan­mak, zırh giy­mek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddi sebat etmek lâzımdır. Ta ki hayat-ı ebedî­sini hafî darbelerden kurtara­bilsin.

Ey kardeş! Zırh ve silâh, namaz ve takvadır. Kur’ânın zincirini muh­kem tut. Onun sözüne kulak ver. Başkaları seni al­datmasın. Şu za­manın gafil sarhoş­ları içinde seni, terk-i şeaire ve medeniyet-i dün­yaya davet edenlere de ki: “Hey sersem gafiller! Benim halim sizi din­lemeye müsait değil.» (Nurun İlk Kapısı sh: 143)

 

15- «Risale-i Nur şakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i sa­adet ol­duklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşün­düm. Kalben dedim ki: “Herbiri bin yerden gelen gü­nah­lara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe eder, ne­cat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mu­kabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur’un hakikî ve sâdık şakirdlerinin mâ­beyn­lerin­deki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mâl-i uh­reviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird, bir dille değil, belki kardeş­leri adedince dil­lerle ibadet edip istiğfar ederek. Bin taraf­tan hücum eden gü­nah­lara, binler dille mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dille zikret­tikleri gibi, hâlis, ha­kikî, müttakî bir şakird dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle iba­det eder, ne­cata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur. Ri­sale-i Nur dairesinde sadakat ve hiz­met ve takvâ ve içtinab-ı kebâir de­recesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette, bu büyük ka­zancı ka­çırmamak için, takvâda, ihlâsta, sa­da­katte çalış­mak gerektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 96)

 

16- «İman etmek, Kur’ân-ı Azîmüşşânın ders ver­diği gibi, O Hâlıkı, sı­fatlarıyla, isimleriyle, umum kâ­inatın şe­hadetine istina­den kalben tasdik et­mek ve elçi­leriyle gön­derdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhale­fet et­tiği vakit, kalben tevbe ve ne­damet etmek iledir. Yoksa, büyük gü­nahları serbest işleyip is­tiğfar etmemek ve al­dırmamak, o iman­dan hisse­si olma­dığına delildir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 203)

 

17- «Yarın seni zillet ve rezaletlere mâruz bırak­makla terk edecek olan dünyanın sefahetini bugün ke­mal-i izzet ve şe­refle terk edersen, pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü, o seni terketmeden evvel sen onu terkedersen, hayrını alır, şer­rinden kurtulursun. Fakat vazi­yet mâkûse olursa, kaziye de mâkûse olur.» (Mesnevî-i Nuriye sh: 188)

 

18- «İnsan çok vehham, ihtiyatlı olduğuna naza­ran, dünyevî bir işte onda bir zarar ihtimali varsa içti­nab eder. Âhiret işi olursa, onda dokuz za­rar ihtimali ol­duğu halde, içtinab etmez. İşte cehalet bu kadar olur!» (Mes­nevî-i Nuriye sh: 147)

 

19- «Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, neşriyat-ı dini­yele­rinde ve ittibâ-ı sünnetteki ibadetlerinde ve iç­ti­nab-ı kebâirdeki takvâlarında, Kur’ân hesa­bına vazifedar sa­yılırlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 185)

 

20- «Üstadın iffet ve istikametteki hudutsuzluğu, bilmüşa­hede sabittir ve inkârı gayr-ı kabildir. Hayatı bo­yunca, hanımlarla konuşmaktan, naza­rıyla dahi meşgul olmaktan şiddetle içtinab etmiştir. Bir mektu­bundan an­laşıldığı gibi, gençliğinde dahi iffet ve istikametin zirve-i münte­hasında olduğu, onu yakın­dan tanıyan ve hayatına âşinâ olanların müşahe­dele­riyle sabittir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 464)

 

NETİCE: Yukarıdaki kısmen ve kısaca alınmış parça­ların sarih beyanları, Risale-i Nurda takva ve iç­tinab-ı kebair bir esas ve şart olduğunu gösterir.

 

http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=58&Itemid=34