SADAKAT VE TAHKİK - İKİ MEKTUB

 

Bismihi Sübhanehu

Esselamü aleykum ve Rahmetullahi ve berekatuhu ebeden daimen.

Aziz Sıddık kardeşim Abdulkadir

 

Evvelen, mektubunuzu almıştım. Rahatsızlığım dolayısıyla banyaolara falan gittim, cevab yazamadım; kusura bakmayın. Bilmukabele pek çok selamlarımla hizmetlerinizde muvaffakiyetler dilerim.

Sevgili kardeşim, sizin mektubunuz gibi çok mektub, hem bayram tebriki gelir. Onda birisine cevab yazamıyorum. Hem vaktim yok, hemde her arzuya cevab yazdığımız vakit , ulvi kudsi hizmetimize mani oluyor. „Risale-i Nur kafidir“ diyorum. Hemde konuşmalarımızı , hem yazmalarımızı  herkes kendi arzu ve niyetlerine göre yönlendiriyorlar.

Fakat sen samimi arzu ettiğin için, hem çok hassas olduğun için, hemde cevab beklediğin için, köylü biçare , avam lisaniyle.kısada olsa bir şeyler yazayım. Abdülkadirde gücenmez. Samimi olduğumuz için yazıyorum. ..

 

Saniyen senin yazmış olduğun Tarihçe-i Hayatı ne gördüm nede okudum. Hatta okuyupda itiraz edenlere :“ Okumadığım ve görmediğim bir kitab hakkında müsbet veya menfi konuşmam.“ Diyorum. Hakikaten konuşmuyorum da.

 

Salisen sizce malum bir kardeşimiz , sizin yazmış olduğunuz Tarihce-i Hayatı okumuş, 13 sahife kadar Risale-i Nurun hem Üstadımızın Tarihçe-i Hayatın ruhuna münasib olmayan, hem Risale-i Nurun meslek ve meşrebine uymayan ifadeleri çıkarmış. Banada gönderdi, sizede göndermiş. Ben onu okudum. „Keşke görmese idim“ dedim. Günlerce rahatsız oldum… Eğer benden sormasa idin hemde „niye okumuyorsun?“ diye itham etmeseydin, şimdiye kadar sükut ettiğim gibi, sükut edecektim. Cevabda vermeyecektim. Bundada bir hikmet var inşaAllah…Abdülkadir ehl-i insafdır. Bizlerin, hem cemaatimizin rahatsız olduğu yerleri tashih eder. Oda rahat eder bizlerde.. Hemde o zaman okuruz. Değilse, o Tarihçe-i Hayat  Üstadımızın Tarihçe-i Hayatına suizan ettiriyor. Hem Risale-i Nurun ruhuna uymayan ifadeleri çıkarmış, çok hayretler içinde kaldım. Bunları ancak, ehl-I dünya yazar, böyle ifadeler kullanır. Risale-i Nur talebeleri hakkında kiyamete kadar suizan ettireceği gibi, kalblerde , ruhlarda iz birakacak, istikbalde mübarek nur Talebelerine fena bir örnek olacak, mesela Kayalardan tut ta Hüsrev Ağabey, Salih Özcan filan Ağabey söyle oldu, böyle oldu, kalblerde, ruhlarda rahatsızlık verici şeyler yazılırmı?

 

Husuan Tarihçe-i Hayata, Nur Talebeleri arasındaki meseleler , üzücü düşündürücü, daima mübarek Ağabeylere suizan verici, kalbleri ruhları rencide edici şeyler yazılır mi? Zaten ehl-i dünya bir satır veya bir harf ile suizan vermek için bir kitab yazar.

Acaba sizin böyle ifadeleriniz gibi Nur Külliyatının neresinde var? Nur Külliyatında giybete dair en ufak birşey var mı? Hem Tarihçe-i Hayatta böyle bir şey, kalbleri, ruhları rencide edici ve okuyucuların şevkini kırıcı, suizan ettirici en ufak bir şey gördünüzmü? Hususan Üstadımızın mahkeme müdafaalarını okursanız, muhattabını rencide edici bir şey yok. “Islamiyet düsmanları” “din düsmanları” gibi karşısındakini incitmeden hakikatlari ortaya koymuştur.

Hem Tarihçe-i Hayatta Üstad seyyiddir veya değildir, kürddür vesaire vesaire , daima süphe ve tereddüd verici şeyler yazılırmı ? Ben seni ehl-i ilim, müdakkik, çok müdebbir birisi biliyordum!

Hem „Siz benimle görüşmeden, dinlemeden nasıl itham ediyorsunuz? Neden okumuyorsunuz? Bu tavrınızın sebebi ve illeti nedir? Yoksa Hazret-i  Üstadımız Bediüzzamanın adım adım Hayat-ı sergüzeştini öğrenmek istemiyormusunuz? Yahut 1957 de neşredilen büyük Tarihce-i Hayat yazıldığında, Hazret-i Üstaddan:“Bu Tarihçeden sonra artık benim Tarihçe-i Hayatım yazılmaz , yazılsada muteber değildir„ , diye birşey duydunuzmu diyorsunuz.

Evet , sevgili kardeşim…sen sormasa idin, bende kimseye söylemiyordum. Eğer siz Tarihçe-i Hayatı yazarken tenezzül edib bu fakir kardeşinizden sorsaydınız, bende herhalde Üstadımızdan bizzat duyduğumu size söylerdim…Hicbir zaman sormadınız. Ne de: „Böyle bir şey yazdım, Ağabeylerle beraber bakarmısınız ?“  demediniz ve ihtiyacda hissetmediniz.

Madem yeni soruyorsanız, bende söyliyeyim: Ankaradan 1959 da bir kardeşimiz geldi. Üstadımıza sordu :“ Daha geniş bir Tarihçe-i hayat yazmak istiyoruz.“ Demişti. Üstadımızda „Lüzum yok. Bu Tarihce-i Hayat kafi“ demişti. Onlarda yazmaktan vazgeçmişlerdi.

Hem Üstadımızın büyük Tarihçe-i Hayatını Üstadımızla iki sefer okuduk. Üstadımız :“Bu Tarihçe-i Hayat 10 ordu, 20 mecmua kadar kizmet edecek!“ demişti.

Hatta iki hatırayıda yazayım:

Tarihçe-i Hayatı okurken iki kardeşimiz iki meseleye itiraz ettiler. Üstada birşey demeden kurşun kalemle oynadılar. Ders bittikden sonra Üstad beni çağırdı „Bunlar böyle kalemle birşeyler yapıyorlar“ dedi. Bende meramımı ifade edemedim, ağladım. „Buralara itiraz ediyorlar“ dedim. „Bunların ne lüzumu var Tarihce-i Hayata yazılmasına! “ diyorlardı. Bizim odada Zübeyr Ağabeyle konuşuyorlardı. Zübeyr Ağabey „konsun“ diyordu. Üstad onları çağırdı. „Buralara ancak masonlar itiraz eder. Buralar çok mühim, hainsiniz!“ dedi. Üstadımızdan özür dilediler, yalvardılar. Üstadımızda onları affetti..

Yine birgün Tarihçe-i Hayatın yarısına gelmiştik. Üstadımızla beraber okuyorduk. Mehmed Kayalardan mektub geldi Diyarbakırdan. Tarihçe-i Hayattaki resimlere itiraz ediyordu. Mektubu Üstadımıza okuduk. Üstadımız tebessüm etti. „Kursun kalemi getirin“ dedi. Kursun kalemle resimlerin boyunlarını cizdi. „Yarım insan yaşamaz, zararı yok. Selam söyleyin!„ dedi. Bizde aynen Kayalara mektub yazdık. Bir daha itiraz etmedi…

Bende bu mübarek Üstadımızın sözlerine sadık kalarak, Üstadımızın büyük Tarihçe-i Hayatına kanaat ediyorum ve edeceğim. Sizlerde beni tebrik etmeniz lazımken. „Buda Üstada sadakattir, Tarihce-i Hayata sadakattir“ demeniz lazımken, bizlere „neden okumuyorsunuz?“ diye üzülüyorsunuz.

Hem Tarihçe-i Hayatın giriş yazısında, „ileride daha mufassal tarihçelerin yazılacağına dair vesaire ifadeler neşredildi” diyorsunuz. Ali Ulvi Efendi, Medine-i Münevverede Tarihçe-i Hayatın önsözünü yazdığında, mükerrer defa konuşmalarında : „Inşaallah Külliyat-i Nuru okuyub, hem Üstadımızın hizmetkarlarıyla bir müddet beraber kalıp bir Tarihçe-i Hayat yazmak istiyorum“ diyordu.

Hakikaten yazılması icab ederse, sizin gibi mübarek bir kişinin münferid yazmasıyla değil  de, istikbalde mütesanid bir heyet, umumun teveccühüne mazhar kimseler, hiç kimseyi incitmeden, kimseye yara bere yapmadan, büyük tarihçe-i hayatın ruhuna uygun , hatta ondan istifade edilerek, şahıslardan menfi bahsetmeden , „Üstad seyyid degil, kürd vesaire, asil bir aileden değildir“ demeden okuyuculara şevk ve zevk vercek tarzda olur. Oda umum arzu ederse, şahsi arzu ve tesbitle değil, cemaatimizin şahs-i manevisinin duası ve himmetiyle olur.

 

Sevgili kardeşim, artık olan olmuş. Gecen birşey geri gelmez, fazla üzerinde durmayalım. Senden ricam, Ömer Okcu beyle görüşüb, çok uğraştıgın Tarihçe-i Hayati tekrar tashih ettirelim. O zaman sende rahat edersin, cemaatimizde, bizlerde. ..o zaman umuma mal etmeye çalışalım. Hatta ondan tayinatıda ayıralım. Seninde hayr-i azimin olur. Sizde, bizler de….

Asar-i Bediiye hakkındada tavır aldığımı söylüyorsunuz. Evet ondada üstadımızın eski eserlerinden, tashihsiz nüshalardan neşrettiğiniz için itiraz ettik. Ilk eserlerini Üstadımız kendisi tashih etti. Bir numunesi malum-u aliniz, siz bir zaman ispartaya geldiginizde Üstadımızın tashih ettirdiği „Iki mekteb-i Musibetin şehadetnamesini size takdim etmiştim. Ondan değilde eski nüshalardan neşrettiniz; bizlerin itirazı ona olmuştur.

Bu  „Iki mekteb-i Musibetin şehadetnamesi“ hakkında büyük hatıralar var.  Üstadımız çok üzerinde durarak bizlere tashih ettirdi. Bazı yerlerini kapattırdı. Uzun uzun meşgul olduk. „Kürdistan“ tabirlerini „Sarki Anadolu“ yaptırdı. „Komşularınız Ermeniler“ tabirlerini kaldırttı. Muazzez Üstadımız onları tashih ettirirken çayını kendisi yaptı „Sizin hizmetinize mani olmam, sizin hizmetiniz var „ diye.

Hatta büyük bir hatıra:“ Bizler tashih ederken Üstadımız hava almak için dışarı çıkmıştı. Bizleri götürmedi:“ Elinizdeki tashihi bitirin“ diye. Üstadımız yayan istasyona kadar gidiyor , Memurlara „Ben Eğirdire gideceğim“ diyor. Onlarda trene bindiriyorlar. Eğirdire götürüyorlar. Üstadımız Eğirdirdeki Ağabeylere „Barlaya gideceğim“ diyor. Vasıta bulamıyorlar. Motorlu kayıkla barlaya hareket ediyorlar. Demirci Salihde beraber , yolda giderken motor bozuluyor… bunlar benim için çok mühim hadise. Üstad bayram tebriki olarak lahikada neşrettirdi. Işte bu „Iki mekteb-i Musibetin şehadetnamesi“ o günlerde tashih edildi; hatırası çok. Bir zaman sana yanlış aksettirildiği gibi, bir yanlış anlama neticesi söyle olmuştu.

Malum ittihad gazetsi çıktığında ben tasvib etmiyordum, ama aleyhindede olmuyordum. Hatta o zamanlar bazı kardeşlerimize „Ben okumuyorum, fakat aleyhinde olmuyorum. Zaten bu gazetenin aleyhinde olan çok var; masonlar filan!„ demiştim. „Bayram Ağabey, bu gazeteyi okumayanlar masondur“ diyor , diye çıkardılar!

Yine hatırına gelir, „Neden bu kadar taassub gösteriyorsun?“ diye . Bende derim:“ Bazı kardeşlerimiz Üstadımıza geldiler: „Matbaa kuralım, daha ucuza mal ederiz.“ Üstadımız „Matbaacılar nurcu olacak!“ dedi  . Hem „Gazete çıkaralım“ diye gelenlere „Lüzum yok, gazeteciler nurcu olacak“ demişti.

Aynen sizin gibi gazete okumadığım ve tasvib etmediğim, fakat aleyhlerinde olmadığım halde, onlarda beni itham ettiler… „Bunlar ne anlarlar! Bunlar ancak Üstadımızın çamaşırını yıkar, yemeğini pişirirler, suyunu getirirler!“ Onlara dedim „Bizi hoş görün. Bizlerinde bir bildiği gördüğü var. Üstadımız böyle ders verdi. Bende bu dersi dinledim. Ben Aziz, Mualla Üstadımızdan dinlediğime göre amel edeceğim, sizlerin hissiyatınıza göre amel etmiyeceğim. Bu benim Üstadımızdan aldığım derslere sadakatsizlik, hürmetsizlik olmaz mı? Onlar demediler :“Bunlar seslenmiyorlarsa , muhakkak bir bildikleri var. Üstadlarından aldıkları nezaket dersleriyle, lisan-ı münasible ders veriyorlar. Bizler gibi akıllarını çalıştırmıyorlar. Üstadlarına, eserlerine kanaat ediyorlar. Üstadlarından gördüklerine, işittiklerine kanaat ediyorlar,“ diyemediler.

InşaAllah onlarda yeni anlamaya başladılar… Cenab-ı Hak o kardeşlerimizide Risale-i Nurun meslek ve meşrebinde muhafaza eylesin.

 

Muhterem Kardeşim Abdülkadir! Esas benim itirazım sizin tercüme ettiğiniz Mesnevi-i Nuriyeye olmuştu. Tercüme ettiğinizi haber aldım, size mektub yazdım. Yozgatli Müftü Haşmet Hoca Üstadımıza geldi. “Mesnevi-I Nuriyeyi eger müsade ederseniz tercüme etmek istiyorum” dedi. Üstadımız müsade etmedi. “Benim lisanıma en yakın, hem benim lehceme, hem siveme en yakın , hem 15 sene benden ders almış kardeşim Abdulmecide izin verdim; ancak o yapabilir“ demişti. O zatda tercüme etmekten vazgecti , yapmadı.

Bu hadiseyi aynen size yazdım. “Senin bu vaziyetin hem Üstadımıza hürmetsizlik olur, hemde Abdülmecide hürmetsizlik olur” dedim. Sizde bana mektub yazdınız: “Aman Ağabey kalben itiraz etmeyiniz ! Isterseniz rüyaya yatınız. InşaAllah Üstadımız memnun olur” dediniz.

Acaba Aziz, Mualla; Muazzez Üstadımızdan gözümle gördüğüm ve kulağımla işittiğim bu hadiseyi size yazmakla kusur mu ettim. Katiyen kalben, ruhen tarafdar olmadım. Kuvve-i Kudsiyem yokki seni durdurayım. . ben hoş görsem acaba Üstada hem Mesnevi-i Nuriyeye sadakatsizlik olmazmı? Benim size yazmış olduğum mektubdan sonra , senin oradan bir gençten bir mektub geldi. “Seninle Said Özdemirden başka bu Mesnevi-i Nuriyeye itiraz eden yok” diye.  Bizleri “menfaatcilikle” itham ediyordu. Günlerce rahatsız oldum, kimseyede söylemedim. InşaAllah mahkeme-I Kübrada yakasını tutup Üstadımıza şikayet edeceğim!   ‘Üstadım ben sana Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ettim: risale-i nurun meslek ve meşrebine sadık kalacağım,ayrılmayacağım. Senin meslek ve meşrebinden ayrılmayacağım,diye söz verdim.’ Belki de 10 sefer yemin ettim. Bunları hoş görmediğim için beni itham ediyorlar. Bu mudur benim üstadıma sadakatim! Üstadan duyduğumu ve gördüğüm bir hadiseyi yazarsam, lisan-ı münasiple bildirirsem, sizin aleyhinizde mi olmuş oluyorum? Kat’a ve asla! Bu benim vazifemdir. Üstadıma olan, risale-i nura olan sadakatin misalleridir.

Herhalde bizim de bir bildiğimiz var… bizler bazı meselelerde sükût edersek veyahut itiraz edersek, mutlaka bir bildiğimiz, gördüğümüz var. Üstadımızdan aldığımız derslere binaen, kavl-i leyinle söyler, ısrar edemeyiz. Akla kapı açar, irade-i cüz’îyeyi elden almayız. Çünkü üstadımızdan böyle görmüşüz… sizler de bizleri hoş görmeniz, hem tebrik etmeniz lazımdı. ‘Bu da Üstad’a ve Risale-i Nur’a sadakattir’, demeniz lazımdı.

Hem sizi acaba Mesnevi-i Nuriyeyi tercüme etmeye zorlayan saik ne idi? Cemaatimiz, bir ihtiyaca binaen lüzum gorse, hemde maslahat olursa, sana yardımcı olurdu. O zaman hissi olmazdı.

Bir zaman ehl-i hamiyet ve hem ehl-i vicdan bir zat-ı muhterem, bana Ankarada bir teklifde bulundu. “Bayram Ağabey bu eseri size vereyimde, bastırın, satın, dershane al, hizmetler sarf et!” dedi. Bende kendisine teşekkür ettim. “Allah razı olsun. Ben Risale-i Nurdan başka ne bir kitab okurum ne de dağıtırım. Bir dershanede olsa kanaat edeceğim. Böyle bir kapı açmıyacağım“ demiştim. O Zat-i Muhterem çok memnun oldu. Bana teşekkür etti. „Ağabey sizin Risale-i Nura olan sadakatinizi tebrik ediyorum. Eğer sizde bizim gibi olsanız ne olur? Bizler meselenin inceliklerine bakmayız. Kaplumbağa yumurtayı çıkarır, arkasına bakmadan gider; bizlerde kitabları neşrederiz, işin inceliklerine bakmayız” demişti.

Sevgili kardeşim! çok samimi bana yazmış olduğunuz mektuba bende samimi olarak kalbi, ruhi , hissiyatimi yazmaya çalıştım. Malum sizde köylü bende köylü…Fark, size ehl-I ilim, fakir avam. Sizde ehl-i ilim olarak mahsulatınızın revacını istiyorsunuz. Ondan beni itham ediyorsunuz. „neden okumuyorsunuz“ diye. Bende Üstadımızın mahsulatı olan Nurlara kanaat ediyorum. Bir cihette halime şükrediyorum. Bende de ilim gibi bir seyler olsaydı, belki bende Risale-i Nura kanaat etmeyip, kendi mahsulatımın revacını isterdim.

InşaAllah Risale-i Nurun himmetiyle, hem ihlaslı Nur talebelerin himmetiyle hem Aziz Üstadımızın dua ve himmetleriyle Risale-i Nura ve Üstadımıza perde olmadan elimizden geldigi kadar ayna olmaya çalışacağız.

Eger Nefs-i emmaremiz bizi aldatırda Risale-i Nura hem Üstadımıza zarar vermeye sevk ederse, sizler gibi samimi, ihlaslı Nur Talebelerinden Dua rica ediyorum ki, Cenab-ı Hak ruhumuzu kabz etsin de Risale-i Nura hem Üstadımıza zarar vermiyelim! Bizlerde çok kiymetli Ağabeylerimiz, hem ehl-i ilim hem ehl-i takva Hulusi Ağabey, Ahmed Feyzi Mehmed Feyzi Ağabeyler gibi, hem Üstadımızın müdakkik hizmetkarıMolla Hamid Ali Cavus, Siddik Süleyman, Tahiri Ağabey; Zübeyr Ağabey, Ceylan Ağabey vesaire vesaire…bu iki sınıfta ehli- ilim, ehli-i takva oldukları halde, kendilerinde hiçbir varlık görmemişler. „Üstad“ demişler „Risale-i Nur“ demişler. Hiç akıllarını fikirlerini karıştırmamışlar. Üstadımızın aklına, fikrine, Risale-i Nurun düsturlarına, prensiblerine kanaat etmişler.  

Ben biçare kardeşinizde Ağabeylerime ittibaen onlar gibi olmaya çalışacağım. Hatta Üstadımızın son hatıralarını kardeşlerimiz çok arzu ediyorlar. Fakat ihlasıma zarar gelir, belki bir hata yapabilirim diye kendimi o tarafa meylettirmiyorum. Degilse Cenab-I Hakka binler şükür, Üstadımızın himmetiyle 10 senelik hatıraları şerit gibi hayalime hem hatırıma geliyor. Hatta kime ne dedi ne konuştu, nasıl muamele yaptı, yatış, kalkış , ubudiyeti, günlük hayatı saymakla bitmez hatıralar..Muhakkak kiymetli Ağabeylerimizde daha fazla vardır. Fakat bunları muhafaza etmek , Cenab-ı Allahın lütf-u kereminden bekliyoruz.

Dua edinde hizmete hiç hissiyatımızı karıştırmadan, Üstadımızı rencide etmeden, Üstadımızın huzuruna azami Ihlas, azami sadakat, azami takva ve fedakarlıkla, hiç problem olmadan ahirete gitmek nasib etsin.

El Baki Huvel Baki

Tekrar binler sevgi ve selamlar

Kardeşiniz Bayram

                  BADILLI ABİNİN BAYRAM ABİYE CEVABİ  MEKTUBU

 

Bismihi Sübhanehu

Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berakatühü

Muhterem ve Sıddık Bayram Agabey !

 

Mektubunuz ulaştı; Münderecat ve muhteviyatında birkaç madde vardır.Madderin izah tarzında;bana göre bazı yanlış tatbikatlar olmuştur.'' Bir mektub düellosu'' tarzına dönüşüpte  yanlış anlaşılmasına sebeb teşkil etmesin.Elbette sizin cihetinizden yazdıklarınız doğru olabilir.Ama birde hak ve hakikat canibi vardır.İnsafla muvazeneler lazım geliyor.Tekrar ediyorum;aramızda bir mektub düellosu tarzında addedilmemesini rica ediyorum.Bazı hususları vuzuha kavuşturucu izahlarda bulunmak lazım geliyor.Mektubunuzdaki maddelere kısa kısa cevablar vermek istiyorum.

Evet mektubunuzdaki yanlış tatbik örneklerini ve bazı tevehhumlerin sehivlerini göstermek icab ediyor.

 

Evvela;mektubunuzun birçok yerinde nazikane şekilde;bizim '' ilimfuruşluk;mollalık ve daha ötesi cemaat içinde problem olmakla itham edilmişiz '' Asar-ı Bediyye ve Mesnevi Tercümesi ve en sonundada Tarihçe-i Hayat Kitabı;bunun örnek ve delilleri olarak gösteriliyor.

 

Elcevab : Bir kere bu fakir; ne medrese tahsilini nede mekteb tahsilini görmemişim;yani bir Mollalık;bir ilimfuruşluk;bir eski malumatlarına güvenmeklik;diye bir şeyin bizde bulunmasına imkan yoktur.Ama Elhamdulillah; Bediüzzaman Allame-i Devran ; Evhadü'd Dehr; vel-Ezman olan üstad-ı pâkimizin medrese-i aliye-i hakikatfeşanında okuduk.Lillahilhamd;pek çok şey ögrendik.Hala öğreniyoruz ve inşaAllah son nefesimize kadarda öğreneceğiz.

Elbette Nur Talebeleri ilim ehlidirler; tahkik ehlidirler;ilim; akıl ve hikmeti azletmezler...Yani tarikatvari muritlik;başkasına bila kayd-u şart tabi olma;onun emrinden hiç çıkmama;Risale-i Nur'un kayıtlı ve yazılı beyanlarına uysun uymasın gelen her söze;her rivayete;her telakkiye;mutlaka uyma diye bir şey yoktur;diye kabul ediyorum.İşte; yanlış tatbikler ve sehivli hislere maruz kaldıgımızın sebebi;bizim bu anlayışımızdır.

 

Şimdi problem oluşumuzun delillerinden olan Asar-ı Bediyye ve tercüme-i Mesnevi hikayesine gelelim...Çok söyledim; meclislerde ispat ettim;hakikati ortaya koydum.Hikaye şudur :

1973-74'de Şam ve Beyrutta arabça kitabları tabederken;Osmanlıca çok güzel harflerin bulundugunu gördük.Bu hususu mektublarla sonra bizzat gelerek anlattım ve şöyle dedim:

(Tahiri ;Sungur ve Abdullah agabey gibi zatlara ) '' Eğer imkan hazırlarsanız;üstadımızın bütün eski eserlerini bir mecmuada toplayarak;ilk matbu şekilleriyle Beyrutta dizdirip;sonra Türkiyede kifayet edecek kadar tab edelim.Ta ki bu eserler hem zayi olmaktan kurtulsun;hemde bütün Nur Talebelerinin ellerine geçsin...Tamam MaşaAllah! Çok güzel dediler.Ve bir miktar parada temin ettiler.Beyruttaki matbaacılar; Türkçe bilmedikleri için;tam 11 defa her bir forma tashih için matbaaya gidip geldi.Çok büyük zahmet ve meşakkatlerle bitirilmesine muvafak olduk.

Asar-ı Bediye'deki munazarat ile iki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi'ni ilk matbu şekilleriyle değil;üstadımızın mübarek elleriyle tashih edilmiş nüshalara göre tashih yaparak öyle koyduk.Bu arada Ayetül Kübra ve Haşir Risalelerini beraber dizdirib;Türkiyeye getirdik.O zaman İstanbulda neşriyat hizmetleriyle uğraşan zatlara teslim ettik.Ama üzerinden birbuçuk sene geçtiği halde;baktık ki bunların tab'ı için hiç bir teşebbüs yok;bir iki defa İstanbul'a gittim sordum;Sungur agabey dedi ki : '' Kardeşler bunu bu haliyle bastırmak istemiyorlar! Ben de : Bu nasıl olur ? Dedim.''Biz anlaşmıştık'' dedim.Bunca emek ve masrafları ve bir çok Nur Talebelerinin iştiyakla beklediği;bu kitabı ben zayi ettiremem ! Dedim.Ve bir fırsatta filimlerini yanıma aldım.Abdullah Yegin agabey ısrarla dedi.'' Bana ver onları İnşaAllah bastırırız...'' Verdim  Abdullah agabeye .Tam altı ayda onun yanında kaldı.Yine bir ses çıkmadı.Ben İstanbul'a gittim;filmelerini tekrar yanıma aldım.Sungur agabeyle görüştüm. Dedi : '' Kardeşim bunu sen kendin bastır; bunların Tab etmeye niyetleri yoktur!'' Peki öyle ise... Dedim.Urfa'ya döndüm.Bir miktar para tedarik ettirdik ve gittik bastırdık.Bastırıldıktan sonra Sungur agabey uzun bir tarifename gibi bir şey yazmıştı.Bunu da beraber neşr et demişti.Lakin o uzun olan yazı;bazı şüphe ve vesveseleri verebilirdi;ben o yazının hulasasını teksir edip;Asar-ı Bediyye ile birlikte neşr ettim.

Amma birde ne duyayım ! Bayram agabey Ankara'da Asarı-ı Bediyye kitabı için sıkı yönetim ilan etmiş ! Gayet muzır bir şey imiş gibi yasaklamış...İstanbul'da Fırıncılar vesaire çok sıkı tedbir almışlar.Asar-ı Bediyyenin 150 nüshası kadar neşr oldunduktan sonra İstanbul'da ciltçide iken; bizimkiler tarafından Sungur agabeyde içlerinde olarak; kitaba manevi ihtiyat tedbiri koymuşlar.'' Aman neşr olunmasın ! '' Sanki dünya yıkılacak ! Sonra Ahmed Aytemur'un mudahalesi; vesaire.

Şimdi ben size soruyorum : Problem olan ben miyim sizler misiniz? Bence hakikat noktasında başıma o hadiseyi getirenler problemdir.Her ne ise...Sizin bana verdiğiniz İki Mekteb-i musibetin Şahadetnamesi tashihli nüshası; herşey bittikten sonra idi.

 

Mesnevi Tercümesine gelince...

Evvela İslam Aleminde başta Kuran olarak birçok kitabların müteaddid tefsirleri;tercümeleri ve şerhleri yapılmıştır.Ve bütünüde meydandadır.Hiç bir Alim Bir şey dememiştir;bilakis faydalı görülmüştür.Mesnevi ise;Üstadımız onun tercümesini istedi;Lahikalarda üstadımızın sarih ifadeleriyle;ilk başta Ankara Isparta ve Abdülmecid olmak üzere üç merkeze gönderildi.Abdülmecid efendiden başka bir tercümesi yapılamadı.Çünkü Mesnevi'nin tercümesi için sadece Arabça bilmek yetmediğinden;merhum Molla Abdülmecid;Üstadın lisanını ver tarzı üslubunu bildiği için;bir derece muvaffak oldu...Ama tam ve kamil değildi;başka çareside yoktu.Molla Abdülmecid'in tercüme ettiği Mesnevi'nin bir-iki yerinde kendi itiraf ediyor ki;bir çok yerleri atladım;bazı yerlerininde sadece mefhum-u mealini aldım diyor.Dogru söylüyor.Bütün ulemada bunu böyle söylüyor...Ve halen Abdülmecid'in tercümesi ancak tam Arabça metnin üçte ikisidir;diğerleri atlanmıştır;Bu cihet bu kadar...

Beni Mesnevi'yi tercüme etmeye sevk eden saik ise;onun Arabça aslı meydanda;Abdülmecid'in tercümeside ortadadır.Bir müteharri talebe Arabça aslıyla o tercümeyi karşılaştırdıgında görmektedir ki ;aslı ile tercüme çok yerlerde biribirinden uzak şeylerdir.İşte ben Şam'da Tahiri agabeyle Arapça aslının Tabını yaparken gelen formaları tashih ediyorduk.Benimde Tahiri agabey merhumunda Arapça aslındaki bazı yerler nazarı dikkatimizi celb ediyordu.Tercümesine bakıyorduk hiç o azim manaları ifade etmiyor...Tahiri agabeye soruyordum : Bu tercümeyi üstad hazretleri tam tashih etti mi ? Hayır diyordu.'' Üstad fazla Bir şey ilave etmedi; hatta birçok yerlerini begenmiyordu.Amma buna ragmen ilişmiyordu''İşte beni Arabça ögrenmeye ve Mesnevi'yi tercüme etmeye sevk eden saik budur.Hem bu bir tercümedir.Aslına dokunmak değildir;çünkü aslı mahfuzdur.Tercümedeki yanlışlar tercümeye aittir; asla raci degildir.

Şimdi ben size soruyorum : Ne idi sizin o zamanki telaşınız ? Nur Mesleginin muhafazasının sadakatı mı idi ?

Bir hatıra anlatıyorsunuz.Yozgatlı Haşmet Hocada Mesnevi'yi tercüme etmek istemiş.Üstad da ona;Lüzum yok; Abdülmecid'inki kafidir demiş.Bu rivayet dogru; bu hatıra sahih olabilir.Ama Haşmet Hoca'ya aittir.Çünkü Haşmet Hoca Risale-i Nur'un tamamını okumuş değildi herhalde...Öyle ise sadece Arabça bilmekle Mesnevi'yi tercüme edemezdi.Hem bu hadisenin cereyanı;Mesnevi'nin Abdülmecid efendi tarafından henüz yeni tercüme edildiği günlerde idi heralde...O halde hiç bir Nur Talebesi asla onu tercüme edemez; manasında değildir.Hadiselerin ammları;hassaları ve şahıslara göre durumları vardır.Bir hassı amm zan etmek gayet yanlış olur.İslam dini uslude böyledir.

Bütün bunlarla beraber merhum Abüdlmecid'in tercümesi olan Mesnevi'yi Üstad kabul ettiği için; bizde kabul etmişiz.Ve Envar'da ben kendim neşr ettim.Hiç bir itirazımız yok...

Hem Tahiri agabey beni Mesnevi'yi tercüme etmeye hep teşçi ediyordu.Mehmet Feyzi Efendide tercümemizi makbul karşılamıştı.İşte; hakikat budur;Problem ben miyim başkası mıdır; siz söyleyin!

 

Birazda şimdi Tarihçe'den bahs edelim.

Biliyorsunuz Cemal Kutay diye bir adam meydana çıktı; Üstad hakkında aslı ve faslı olmayan şeyler yazdı.Hz Üstad'ın fıtri ve; irade-i ilahiye ile olan menşeiyetiyle oynandı.Hatta açık söyleyeyim onun '' Said-i Kürdi '' olan lakabı bir çok teville Türk gösterilmek suretiyle fitneengiz bir surette ketmedilmeye çalışıldı.Ve o tarihten sonra Nurcular arasında Türk-Kürd meseleleri konuşulmaya başlandı; fitneler zuhur etti...Bu duruma itiraz edenler kovuldu tard edildi.Ama şimdi düşünüyorum da ; benim Tarihçe-i Hayata itiraz eden Bayram agabey gibi agabeylerim o hadiselere ses çıkarmadılar;her ne ise...

İşte; ben sadece ve sadece hakikati rehber alarak ;levm-i laimden çekinmeden C.Kutay'ın ortaya sürdüğü zehirli fikirlerini tashih niyetiyle Üstad-ı Azam'ın hayatını ve Risale-i Nur hizmetinin seyir ve cereyanını hep vesika ve belgelere dayanarak yazmaya başladım.Çok büyük sıkıntı ve zorluklarla Allah'a şükür bitirmeye muvaffak oldum.Ve götürüp;öteden beri neşriyat hizmetleriyle meşgul ve adeta vazifedar Sungur agabeye, Husnu agabeye;ve birde Rüştü Efendi ve Hekimoğlu'na birer nüsha verip okumalarını ve : Hisse gelenege ve alışkanlık gibi şeylere göre değil ; Risale-i Nur'un mesleğine;Üstadımızın hayatına göre tashihe medar mulahazalarınızı ve notlarınız kaydediniz '' dedim.Ve bıraktım Urfa'ya döndüm.Üçbuçuk ay sonra İstanbul'a gittim.Baktım ki Sungur agabey hepsini okumuş; Hüsnü agabey bir kısmını okuyabilmiş; Rüşdü Tafral tamamını okumuş; Hekimoglu İsmail bazı yerlerini okumuş...Hüsnü agabey hariç;çünkü onun mulahazaları yokmuş...

Bu zatlarla iki-üç gün oturup mülahazalarını beraberce değerlendirdik;Yüzde 95 nisbetinde arzularına göre düzenlemeler yaptık.Bu kitabı Envar Neşriyatta Tab etmeyi agabeyler gayet ciddi istiyorlardı.Ancak o sıra kitab için harcadığım 3 milyon lirayı peşin istemem ve hemen baskıya geçme şartı;Envar neşriyatta o sıra mumkun görülmedi.Neticede Timaş'da Tab edildi ve dahası...

Evet; işte Tarihçeninde Tarihçesi böyledir.İstişare etmedi diyemezsiniz.Her zaman istişare ettim. Ama sizin böyle neşriyat işiyle meşgul oldugunuzu duymadım;görmedim, yoksa sizede bir nusha gönderirdim.Ama tahmin etmiyordum ki okumazdınız ! Çünkü 2500 sahife kadar dosyaları onca meşguliyetiniz içinde okumaya vakit bulamazdınız...Ama sadece sizin neşriyat hizmetleriyle alakadar olmadıgınız için göndermedim...

 

Şimdi asıl mektubunuzda yer alan : Bir kardeşimiz Tarihçenizi okumuş;15 sahifelik kısımları;Risale-i Nur'un ruhuna ve mesleğine uymayan yerleri tesbit etmiş ve bana bir suretini verdi.Sanada göndermiş ila ahir mevzusudur...

Cevab : Öyle bir yazı bana şu ana kadar ulaşmadı.Siz ise diyorsunuz ki :  '' Kitabınızı ne gördüm; ne okudum ; nede okuttum '' Ama buna ragmen o şahs-ı meçhulun yazılarına ve iddialarına bila kayd-u şart itimad istinad ederek birşeyler yazmışsınız.Böyle olur mu ? Böyle caiz mi ? Böyle munasib mi ?

 

Şunu da ilave edeyim :

Salih Özcan; Muhammed Kayalar ve Husrev agabey ; hakkında herhangi tezyifkarane ifadem yoktur.Bu zatların büyük hizmetlerinden bahs ettiğim gibi; kitabın zeyl kısmında sadece tarafsız bir tarihçi gözüyle yazmışım.Ben şimdi bunları yazmasam yarın birisi bunları çok kötü bir şekilde yazabilir! Kaldı ki ;Salih Özcan ve Tarihçeyi ciddi okuyan herkes bana teşekkür ve tebrik yazmıştır...Salih Özcan bizzat gelip teşekkür etmiştir.

 

Son bir hususun tahlilinide yapalım ...

Diyorsunuz ki Tarihçe-i Hayatın ( Büyük Tarihçenin ) giriş yazısında heralde Zübeyr agabeyin kaleminden derc edilen şu : '' İleride daha edibane ve geniş Tarihçeler yazılabilir '' olan hukmu Ali Ulvi içindir.O zat gelip Nur Talebeleri içinde bir müddet kalıp geniş bir tarihçe yazmak düşünüyordu olmadı.

Bende derim : Madem  Üstadımız o yazıyı gördü ve bir nevi tasdik ederek neşr ettirdi ; o halde o hukmun hukmu bakidir.Hem bu hukmu teyid eden ; muhterem ve merhum kayınpederiniz Mehmet Çalışkan agabeyin şu hatırasıdır :

'' Bir gün Üstadımız ; neşr edilen Tarihçe-i Hayat ( büyük tarihçe ) üzerine buyurmuşlar ki : '' ileride inşaAllah daha büyük bir Tarihçe-i hayat yazılacak '' ( Son şahidler 4 sahife 62 )

Bu münasebetle sizin hatıranıza gelelim...Ankara'dan bir adam geldi Üstadımıza dedi ki : Daha geniş bir Tarihçe yazmama musade ediniz ; Üstadımız ise : ''  Şimdilik luzumu yok ; bu Tarihçe kafidir...'' diyorsunuz.

İşte ; bu yukarda bahsi geçen Mesnevi tercümesi meselesindeki Hocanın durumu gibi has bir husustur;umumi bir yasak değildir;çünkü gelip Üstaddan izin isteyen o şahsın durumu muhimdir; Yani nasıl bir insandır; kabiliyeti o işe musait mi degil mi ? Kaziyesi mevzu bahisdir.Yukarıda bu gibi noktaların bir parça izahı yapılmıştır.

Hem Tahiri agabeyden çok defa duydugum ve sizde bu mektubunuzda teyid ettiğiniz hatıra ki ;Tarihçe-i Hayat-ı Ispartada bir kardeşimiz bazı yerlerini luzumsuz görerek kalemle çizip çıkarıyordu; Üstadımız bunu his etti ve demişlerdi ki : '' Bunlara Masonlar dahi itiraz edemez ''

Evet bu hatıradaki hal ; sizden yana degil;bu fakirden yanadır ! Çünkü sizde; hemde görmeden bazı yerlerini; lüzümsuz görüyorsunuz...Ben ise gayet luzumlu ve vacib biliyorum.Yani Üstadımızın hayat ve meslegine dair adım adım herşey yazılmalı;kaydedilmelidir.Nitekim Mısır'da Aynü'ş-Şems Üniversitesinde doktora yapmış bir kardeşimize heyet profesörleri demişler ki : Bediüzzamanın adım adım hayat seyri mutlaka kaydedilmelidir.Bu elde mevcud Tarihçeler onun hayatını ve mesleğini aksettirmiyorlar.

Biraz uzun oldu ! Ama ne yapayım; benim hep hurmet ettiğim ve Üstadımın sadık bir evladı olarak tanıyıp saydığım Bayram ağabeyim beni hayli sadakatsiz ; problemci saydıgı için meseleler uzadı...Şimdi sizden ricam budur ki ; kitab ikinci baskıya hazırlanıyor.İsterseniz bizzat kitabı kendiniz okuyun.Mülahazalarınızı net ve veciz şekilde bana gönderin;ta ki bazı düzeltmelere gidebilelim vesselam...

Allah munimiz olsun ; niyet ve sıdkımıza göre bizi muvaffak kılsın ve böyle yanlış anlamalar yüzünden bizi biribirimize düşürmesin !

Tekrarbetekrar selam eder; iki cihanda mesud olmanızı dilerim; ellerinizden öperim !

El Baki Huvel Baki

Biçare Fakir Köylünüz

Abdülkadir Badıllı