Yirmidokuzuncu
Söz'ün
göz ile görünen bir kerameti
Yirmidokuzuncu Söz'ün göz ile görünen bir kerameti var. Ezcümle, onaltı sahifesinde ihtiyarsız, tasannu'suz her sahifenin satırlarının başlarında onaltı elif gelmesidir. Bu tevafuku görmek isteyenler, elyazma nüshasına müracaat etsinler.
Sözler ( 788 )
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin muvaffakıyetinizi ve sebatınızı ve Yirmidokuzuncu Söz'ün elifler kerametini muhafazasıyla mumlu kâğıtlara yazılmasını ve çalışmanıza fütur gelmemesini ruh u canımızla tebrik ediyoruz.
Sâniyen: Şu Yirmidokuzuncu Söz, tarifnamelerde yazıldığı gibi, bir müstensih hatt-ı hakikîsine ihtiyarsız takarrüble, sırrı tezahüre başlamış ve diğer müstensih hatt-ı hakikîsini bulmuş. Hakikaten ne fikirde bulunursa bulunsun, gören herkesi tasdike mecbur ediyor. Hattâ burada mühim ve müşkilpesend ülemalar dahi, güneş gibi inanıp tasdik ediyoruz, diyerek imza ediyorlar.
Şübhemiz kalmadı ki; i'caz-ı Kur'an'ın yüz cüz'ünden bir cüz'ü, şu tefsirine in'ikas etmiş. Yalnız şu fark var ki; i'caz kasdîdir, kasden de kimse muaraza edemez. Şu kitabın tevafuku ise, fıtrî ihtiyarsız olmak cihetiyle hârika olur. Keramet sayılır. Kasdî ve sun'î bir surette muaraza edilmez. Her ne ise şu nüshayı kardeşiniz Abdülmecid bir defa görsün, inşâallah ona da bir vakit bir tane yazılacak. Şayet orada birisi aynen istinsah etmek niyet etse, çok dikkat etmek gerektir. Çünki bu risalenin hurufatı da sırlı, kendine güvenmeyen yazmasın.
Barla Lahikası (355- 356 )
Evet bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mürşidi olan Risalet-ün Nur'un heyet-i mecmuası, sair şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-ı ilmiyeye münasib olarak, birkaç nevide ve bilhâssa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi; üç keramet-i zahiresi bulunan Mu'cizat-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmidokuzuncu Söz ve Âyet-ül Kübra gibi çok risaleleri dahi herbiri çok emareler ve vakıalar bana kat'î bir kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vakıalar şübhe bırakmıyor.
Kastamonu Lahikası ( 10 )
Râbian: Yirmidokuzuncu Söz'ün keramet-i elifiyesi hakikaten hârika olduğu gibi, makine ile bu tarzda bu kadar güzel çıkması yazanın da bir hârikasıdır.
Emirdağ Lahikası-2 ( 34 )
Risâle-i Nûr mîzânlarından ve îmân âhiret burhânlarından
YİRMİ DOKUZUNCU SÖZ
Bekā-yı Rûh ve Melâike ve Haşr’e dâirdir.
Saîdü’n-Nûrsî Bedîüzzaman
Bu risâlenin şirin ve latîf bir diğer tevâfuku da şudur ki, bu sözün bir kerâmet-i zâhiresi olan eliflerin tevâfukāt-ı acîbesi içinde, “Saîdü’n-Nûrsî”nin makam-ı ebcedîsi tam tamına tevâfuk ediyor. Çünki, sahîfe başlarında gelen eliflerin mecmû‘-u adedi “beş yüz bir” olduğu gibi, “Saîdü’n-Nûrsî” aynen “beş yüz bir”dir. Elbette böyle ma‘nîdâr bir tevâfuk, kat‘iyen tesâdüf işi olamaz.
Saîdü’n-Nûrsî Bedîüzzaman
Risâle-i Nûr eczâlarının ekserîsi letâif-i tevâfukiyeden birer nev’ine mazhardırlar. Bazıları hârika derecesindedir ki, buradaki dahi o hârikadandır. Onuncu Söz’ün büyük kardeşi olan bu Yirmi Dokuzuncu Söz, Onuncu Söz’den daha ileri, parlak bir tevâfukāt-ı elifiyeyi gösteriyor.
Bu Söz’ü üç müstensih yazdılar. Her birisinde ayrı bir hârika göründü. Bu nüsha daha latîftir. Dikkat ettik, tekellüf de yoktur. Demek bu Söz’ün hakîkî hattı, bu nüshadaki tarzdır.
Bu nüshadaki tevâfukāt-ı elifiye sun‘î olmadığına kat‘î delil şudur ki, bir müstensih (Hâşiye) gayet sür‘atli, bir tek gecede, üç sahîfe noksân olarak bu nüshayı yazmış. Hayret verici elifler bu vaz‘iyeti göstermişler. Sun‘î olsa idi, çok geceler lâzımdı. Bu nüsha, o nüshadan bir derece tanzîm ile aynen alınmıştır. Evvelki müstensihin kat‘iyen te’mînâtıyla, hem bir tek gecede yazmasının şehâdetiyle, bilerek elifler getirilmemiş, belki geldikten sonra bilinmiş.
Demek gelmesi şuûr ile değil, bulunması şuûr iledir. Tevâfukāt-ı latîfesindendir ki, on altı def‘a on altı elif gelmesiyle, satırların on altısına tevâfukla gayet şirin düşmüştür. Hem bütün sahîfeler birbirine tevâfuk ediyor. Kısmen de sahîfe rakamına bakıyor. Üç elifli sahîfe bir def‘a, on iki elifli sahîfeler beş def‘a, on üç elifli iki def‘a, on dört elifli altı def‘a, on beş elifli dört def‘a, on altı elifli on altı def‘a gelmiştir. Satır başlarında tevâfuktan hâriçte kalan eliflerin yerlerine gelen hurûfâtın karşı karşıya tevâfukları, latîf ve ma‘nîdâr düşüp, kat‘iyen kasıd eseri olmadığını gösteriyor.
Bu latîf tevâfukundan daha ince letâfeti şudur ki, yirmi yedinci ve yirmi dokuzuncu sahîfelerdeki on dört elif tevâfuku içinde, hâriç kalan beşinci ve yedinci satır ile, birinci ve ikinci satırların başlarında (واو) ve (با ) gelmesidir. Hem tevâfuksuz kalan ( ن ) ve ( ل ) harfleri, baştaki (ي،ت،ش،د) harfleri ile beraber, satırlar yekünü ile, Risâle-i Nûr’un müntehâ-yı te’lîfinin tarihi olacak olan, bin üç yüz altmış dört (m. 1949) tarihini gösteriyor.
_________________________________
Hâşiye: Bu acîb istinsâh, te’lîften beş sene sonradır.
_________________________________
Hâşiye: Bu sahîfe eliflerin sahîfe tevâfukātından başka, bu risâledeki bütün sırlardan beş altı ay evvel yazıldığından,
Hâşiye: Tevâfukta hâric kalan (ي،ت،ش،د) satırların mecmûuyla, Risâle-i Nûr müellifinin hayatının başlangıcı olan
1294 (m. 1877) tarihini göstermekle beraber, isimdeki ( ي ) hâriç nüktesiz, tevâfuksuz kalan ( لن ) zammı ile beraber, işâret-i Gavsiyedeki iki işâret-i gaybiyeye muvâfık olarak, Risâle-i Nûr’un müntehâ-yı te’lîfi olacak olan 1364 (m. 1949) tarihini göstermekle, o iki işareti te’yîd etmekle, onlar ile teeyyüd ediyor. (Bu hâşiyenin hâşiyesi, dördüncü sahîfenin altındadır.)[5]
„Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin sâdık, hâlis, fedakar talebesi, zehirletilen Üstad’ın
bedeline Denizli Hapishanesinde şehid olan İslam Köylü Hâfız Ali’nin el yazısı ile olan 29. Söz’de Kur’ânın hârika bir elifler mucizesi meydana gelmiştir.
Ve bu güzel tevafuklu yazı vesilesiyle bu kitabın en arka sahifesine Bediüzzaman Hazretleri Hâfız Ali ve arkadaşlarına (Dehşetli kıyamet gününde hüzün ve elem çekmeyenlerden olmalarını
ve mahşerde Resul-u Zişanın sancağı altında toplanmaları için) dua etmiştir. 33 sahifeden ibaret olan bu kitabın karşılıklı her sahifesinde satır başlarında o harika acib bir
keramet olarak aynı sayıda elifler tevafuk etmiştir.
Yazıcıların mehareti olamaz, çünkü Üstad ruh ve melaikenin vücudunu isbat için mevzuu anlatıp gidiyor. O anda onu dinleyip yazanlar bu işin farkında değiller, sonradan bakıyorlar ki
yazdıkları sahifelerin satır başlarındaki elifler bu acib şekilde tevafuk ettirilmişler.
Üstadın ifadesiyle bu eliflerin tevafuku Cenab-ı Hak katında hizmetlerin kabulüne işaret ve yazanların aşk ve şevkle daha çok gayretle çalışmalarına vesile olan ilahi bir tanzimdir“.[6]
(Bu gelecek iki fıkra, ikinci Sabri olan Hâfız Ali Efendi'nindir)
Bu defa istinsahına muvaffak olduğum Yirmidokuzuncu Söz'ü istinsahım esnasında İkinci Esas'ın Medarlar namıyla, "biner mumluk elektrik lâmbaları" hizasına geldiğimde, şöyle bir fikir kalbime geldi. Kalemi bırakarak düşündüm ve düşündüğümü aynen yazıyorum:
Üstadım, beka-yı ruh ve haşir hakkında, Cenab-ı Hak tarafından bize o hakaika giden yolu göstermiş. Gösterilen hakikatın yolunda hevesat-ı nefsaniyeye hoş gelmeyen şeyler vardı ki, bize uzun ve karanlık.
İşte şimdi seraser nur olan Sözler ve o nur fabrikasının elektrik lâmbaları ve kuvve-i cazibeleri; o yolu pek parlak gösterdiği gibi, pek yakından cezbedip hemen yakın ve yakından daha yakın olduğunu göstermekle beraber, havf yerine emniyet, zakkum yerine asel bahşediyorlar. Ve fevkalgaye hikmetlerini beyanda aczimi itirafla, lisanımın döndüğü kadar derim: Ya Rabbi bi-hakkı ismike-l azîm ve bi-hakkı Kur'an-il Hakîm ve bi-hakkı Habibike-l Ekrem Derya-yı Nur'un başkumandanı olan Üstadımı razı olduğun amel üzerine sabit ve razı olacağı amelini teshil ve müyesser kıl, âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.
Ali
Barla Lahikası ( 245 )
Bu defa hediyelerinize mukabil elimden gelseydi yalnız maddî fiatına göre herbir risaleye on lira ve Yirmibeşinci Söz'e yirmibeş altun belki elmas ve YirmidokuzuncuSöz'e yirmidokuz yakut verirdim. Öyle ise, verilmiş gibi kabul ediniz. Evet tevafukta muvaffakıyetli olan kalem-i Alevî, Keramet-i Aleviye'ye göze görünür güzel bir delil göstermiş. Yüzbin mâşâallah. Hüsrev'in çok şirin ve fevkalâde yazdığı Hastalar Lem'ası ile Esma-i Sitte Lem'ası, benim nazarımda elmasla yaldızlı yazılan ve onlar kadar uzun iki mektub-u sadakatmedar hükmünde bana göründü; Risale-i Nur'a çok ehemmiyetli hizmetlerini göz yaşıyla hatırlattı ve Firdevsî hediyenizdeki risalelerin harfleri adedince, Cenab-ı Erhamürrâhimîn sizlere rahmet, bereket, saadet ihsan eylesin. Âmîn. Yorulmaz ve usanmaz ciddî, samimî Hâfız Ali Kardeş! Tevafukta muvaffakıyetli kalemin ile yazılan İ'caz-ı Kur'an'ın âhirinde senin hakkında اَللّٰهُمَّ وَفِّقْهُ فِى خِدْمَةِ الْقُرْآنِ وَ اْلاِيمَانِ olan dua, bu defa şübhem kalmadı ki, tam kabul olmuş.
Umum kardeşlere birer birer selâm.
Said Nursî
Kastamonu Lahikası ( 34 )
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى نَعْمَائِهِ
Risale-i Nur'un silsile-i keramatından Mu'cizat-ı Ahmediye ve kerametli Yirmidokuzuncu Söz ve İşarat-ül İ'caz'ın himayetkârane ve mu'cizane yeni bir kerametleri şudur ki: Bu Ramazan-ı Şerif'in başında doktorun ihbarıyla ve kuvvetli emarelerin delaletiyle ve birden hararet kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen şiddetli hastalık hengâmında, kardeşimiz Âtıf'ın habbe gibi hâdisesini, hariç valiler kubbe yaparak; buranın hem adliye, hem zabıta, hem vilayete şifrelerle Risale-i Nur aleyhine sevkedildiği aynı zamanda, iki saat evvel Mu'cizat-ı Ahmediye İstanbul'dan koşup imdada gelmiş. Masada iken, Yirmidokuzuncu Söz ve kerametli İşarat-ül İ'caz Tosya kasabasından imdada gelmiş gibi aynı vakitte yaldızlı cildleriyle masa üzerinde dururken, onların müsadere endişesi ve elliden ziyade sair risalelerin de namazsız ellerin zabtına geçmek ihtimali ve şiddetli hastalığın konuşturmamak vaziyetiyle beraber; Risale-i Nur'un o üç kerametli risaleleri, öyle hârika bir himayet ve muhafazaya vesile ve o zehirlendirmeye panzehir ve tiryak oldu ki, bu hale muttali olan bizler şimdi de hayretteyiz. Güya hiçbir hastalık yokmuş gibi, gayet kuvvetli, hem şiddetli tokatlar vurarak o düşmanlık vaziyeti dostluğa çevrildi.
Hem adliyenin büyük memurları ve taharri komiserleri, şiddetli taharri ve müsadere için geldikleri halde; elliden ziyade kitablardan hiçbirine el uzatmadan, yalnız o risalelerin kerametlerini kısmen dinleyerek onların manevî himayeti altında risaleler muhafaza edildi. Yalnız Müdafaat ve Onaltıncı Mektub ve Ramazaniye Risalesi'ni mütalaa etmek için biz verdik. Üçüncü günde, daha şiddetli arama ve taharri etmek, zabıtanın siyasî komiseri bir taharri komiseriyle geldiği vakitten iki-üç saat evvel, üç kerametli risalelerin kumandasında bütün risaleler kendilerini ellere vermemek için ortada görünmediler. Bütün iki saat o taharri neticesinde, Ankara'dan gelen bir Ramazan tebrikiyle, bir Ramazaniye Risalesini elde ettiler. Mütalaadan sonra iade etmek va'diyle aldılar. Bütün bu hâlât, yüksekte duran Mu'cizatlı Kur'an-ı Azîmüşşan ile beraber, i'cazlı Hizb-i Kur'anî'nin nüshaları ve Hizb-i Nurî'nin risaleleri bu hârika vaziyeti gösterdiler. Cenab-ı Hakk'a onların hurufatı adedince ve şehr-i Ramazan'ın dakikalarının âşireleri sayısınca hamd ü sena ediyoruz. Elhamdülillahi alâküllihal.
Hem hastalıktan gelen teessür ve Âtıf'ın hâdisesiyle kalbime gelen teellüm ve onlara acımak ve Isparta'ya sirayet etmek endişesinden neş'et eden sıkıntı ve bu mübarek şehirde Risale-i Nur'un "Sırran tenevverat" perdesi altına girmesi ve üçüncü günde o iki taharriden sonra, akşama kadar gelen ve gidenlerin mütemadiyen tarassudedilmesi ve Emin'in hanesi de birşey bulunmadan taharri edilmesi cihetiyle ziyade muzdarib ve müteellim iken; Cenab-ı Erhamürrâhimîn'in rahmetiyle, şimdiye kadar devam eden inayet-i İlahiye himayeti ve rıza, teslim, tevekkül ve ihlasın verdikleri teselli, bütün o müz'iç şeyleri akîm bıraktı. Kemal-i ferah ve istirahatla "Görelim Mevlâ neyler. Neylerse güzel eyler" deyip, kemal-i teslimiyetle müsterih olduk. Siz de öyle olunuz, fütur getirmeyiniz.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.
Hastalık devam ediyor, fakat tahammül haricinde değil. O musibet de, Risale-i Nur'un parlak neşriyatına tevakkuf vermek için idi.
Kardeşiniz
Said Nursî
Kastamonu Lahikası ( 268 )
Heyet-i hâkimeden bir hakkımı isterim. Benden müsadere edilen kitablarımın bence bin liradan ziyade kıymetleri var. Ve onların mühim bir kısmı, oniki sene evvel Ankara kütübhanesinde iftihar ve teşekkürler ile kabul edilmiş. Hususan sırf uhrevî ve imanî olan Ondokuzuncu Mektub ile Yirmidokuzuncu Söz'ün benim için çok ehemmiyetleri var; benim manevî servetim ve netice-i hayatımdırlar; ve i'caz-ı Kur'anînin on kısmından bir kısmının cilvesini göze gösterdikleri için fevkalâde bence kıymetleri var. Hem onları, kendime mahsus olarak yazdırıp yaldızlatmışım.
Tarihçe-i Hayat ( 236 )
Evvelâ: Kardeşimiz Sabri, Hakkı Efendiler arzularıyla, yine Eğirdir vasıtasıyla size emanet gönderilecek. Onyedinci Lem'a namındaki Notaları Sabri size göndermiş veya gönderecek. Bu defa da sırlı, kerametli Yirmidokuzuncu Söz'ü size gönderiyorum. Latif ve manidar bir tevafuktur ki, Hüsrev senin için Yirmidokuzuncu Söz'ü yazıyordu. Yazdığı vakitte Hüsrev vasıtasıyla çok mübarek Ramazan hediyesi aynı anda gelmesiyle beraber, aynı gecede ben senin hanen tarafına ve hanene geldiğimi rü'yada gördüğüm gibi; iki gece evvel, elhak ikinci bir Hüsrev ve ikinci bir Süleyman olan Süleyman Rüşdü, aynen sizi görmüş. Bundan anladık ki, bizler bir menzil içindeki adamlar hükmündeyiz. Maddeten uzaklık tesiri yok ve birbirimize karşı münasebet-i âdiye dahi kaydedilir.
İşte o günü, altı aylık ızdırabımı tahfif etmek ve biraz teneffüs ve rahatsızlığımı izale etmek için, havanın güzelliğinden istifade ederek gezmeye gitmiştim. Avdetimde bir komiser ile iki polis ikamet ettiğim evimin kapısında ve bir komiserle iki polis de bahçenin dışarısında bulunuyorlardı. İçeriye girdim, komiser ve iki polis beni takib ettiler. Odama çıktım, onlar da arkamda idiler. Benimle beraber girdiler, taharriye başladılar.
Dokuz seneden beri ihtilattan bilâ-sebeb men'edildiğimden, mesleğim itibariyle Kur'an ve iman ile hasr-ı iştigal etmiştim. Ve onun neticesi olarak yazdırdığım eserlerden;
Birisi, Kur'an-ı Hakîm'deki ikibin sekizyüz küsur Lafza-i Celal'in bir sırr-ı kerametini ve bir nakş-ı i'cazını gösterecek, en müstesna bir hatt ile yazılmış gayetle kıymetdar yirmiden fazla Kur'an-ı Kerim cüzlerini,
2- Beka-yı ruh ve melaike ve haşrin hakkaniyetine dair Yirmidokuzuncu Söz namı altındaki risalenin içinde tezahür eden, kendimce en ekall bin liraya değer bir sırr-ı azîmi gösteren risaleyi,
Barla Lahikası ( 359 )
Ve Yirmidokuzuncu Söz ve Ondokuzuncu Sözlerde o sırr-ı azîme hiçbir âlim ve hiçbir edib yoktur ki, "Bin lira kıymetindedir" demesin.
Barla Lahikası ( 361 )
İşte bu fıkralarda Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesini hayrette bırakan ve üstünde göz ile görünen bir kerametiyle ve kıyamet ve haşri isbat eden hârika hüccetleriyle iştihar eden Yirmidokuzuncu Söz'e Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, zikr ü ta'dad ettiği surelerin yirmidokuzuncu mertebesinde وَالشَّمْسُ كُوِّرَتْ ile ona işaret eder. Çünki kıyamet kopmasından gayet dehşetli haber veren اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ suresine tam mutabık bir surette o Yirmidokuzuncu Söz, kıyametin ve harab-ı âlemin ve mevt-i dünyanın ve hayat-ı âhiretin ve ihya-yı emvatın kat'î hüccetlerini beyan ederken, bu surenin dehşetli tasvirini zikretmesi; hem manada, hem yirmidokuzuncu mertebede tetabukları o işareti isbat eder.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 112 )