SARIĞI TEZYİF EDEN Sait Çamlıcanın CEHALETİNİ İFŞA
Giriş
Zamanımız da kendilerini “Kur’ancı” göstermeye çalışan nadanlar Resulullâh’ın (A.S.M.) hadis ve sünnetini inkâr ve kabul etmeme suretinde arz-ı endam etmektedirler. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat icmâının ittifakıyla: “Sünneti bilmeyen Kur’an’ı anlayamaz.” Evet,çünki hadis, Kur’an’ın şerhi, tercümesi ve tatbikatıdır.
Bu taifden olan mezhebsiz, yolsuz bir herif-i nâşerif (Sait Çamlıca), "ebucehil de sarık sarardı" deyip mühim bir sünneti tezyif ile Efendimiz Muhammed Mustafa'nın (a.s.m.) sünnetine hem de şeâir nev'inden olana hakaretler eder...
Hem güya Kur'ana nazar-ı dikkatı çeviriyormuş gibi yapıb, kasıt ve garazla düşmanâne bir tavırla sırf Nurları ve Nur Müellifini çürütmek; gizli düşman bazı komiteler adına tenkit ve itirazlarla, Nurlara karşı cephe alan bir echelin Nurlar hakkındaki abes lâkırdılarına cevab vermıyeceğiz.
Gözünü kapayan, yalnız kendine gündüzü gece yapar
Asa-yı Musa ( 113 )
Risale-i Nur’ların Kur’anî olduğunu inkar edip onu çürütmeye çalışanlara karşı, Denizli kahramanı büyük veli merhum Hasan Feyzi Efendi’nin söylediği bedduasıyla mukabele etmek isteriz:
“Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istikbali sönsün. İzzet ve ikbali ve şan ü şerefi aksine dönsün.
Sen sönmez ve ölmez bir nursun.”(Emirdağ Lâhikası-I sh: 85)
Bu yüzden gizli ifsad komitelerin Bid'aları icad edib, şeairlerin yerine ikame etme planına karşı mühim bir sünnet olan sarığın ehemmiyetini aldanmış ehl-i imana göstermeye çalışacağız.
Evet, sarığın şeair cihetiyle İslâmî hayat ve hissiyatı, millî bünyede sosyolojik te’siri ile idame ettirdiğindendir ki gizli cereyan öncelikle sarığı hedef almış ve faaliyetine baştan başlamıştır. Bid’atları tamir etmekle manen vazifedar Bediüzzaman Hazretlerinin de, sarık için hayatını ortaya koyması, çok manidar ve dikkat çekici tarihî bir hadisedir.
Bediüzzaman Hazretleri bir mahkeme müdafaasında diyor ki:
“Yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur'aniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki; "Sen Yahudi ve Hristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ülemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz" denilse, elbette öyle her şeyini hakikat-ı Kur'aniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse,cehenneme de atılsa, kat'iyyen yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek.” Emirdağ Lahikası 2: sh.166
Hak ve hakikatlı ilmî ve dinî cevaplar, insaflı ve vicdanlı olup söz anlayanlara, ilimden ve dinden nasibi olup bilenlere verilir. Yoksa bu kayıtlardan uzak ve azade olanlara değil. Sait Çamlıcanın zırvalamalı menfi, tecavüzkâr, iftiralı iddialarına karşı, hak ve hakikat, Kur’an ve Şeriat adına, müspet, müdellel cevaplarımızı aldanan müminleri muhattab alarak neşrediyoruz.
Sarığın İslam`ın büyük şeairlerinden (görüldüğünde Islâm`ı hatırlatan bir işaret) olduğunu Islâm alimleri tescil etmişlerdir.
ŞEAİR : Âdetler, İslâm işaretleri, İslâm’a ait kaideler. Allah’ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, İslâmî kıyafetler, tesettür, selâmlaşmak gibi cemiyette yaşanan bütün dinî âdetlerdir. (İPA)
Herbir şeair bir hoca-i dânâdır, ruh-u İslâmı daim enzara ders veriyor. ..Güya tecessüm etmiş envâr-ı İslâmiyet, şeairi içinde
Sözler ( 731 )
Nasıl "hukuk-u şahsiye" ve bir nevi hukukullah sayılan "hukuk-u umumiye" namıyla iki nevi hukuk var; öyle de: Mesail-i şer'iyede bir kısım mesail, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara "Şeair-i İslâmiye" tabir edilir. Bu şeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz'îsi (sünnet kabîlinden bir mes'elesi) en büyük bir mes'ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi; Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!..
Mektubat ( 396 )
İşte medeniyet-i sefihe-i dâllenin şakirdleri ve felsefe-i sakime-i mudıllenin talebeleri, gayet acib ihtiraslar ve pek garib firavunluklarla sarhoş oldukları halde, gelip müslümanları ecnebi âdetlerinin ittibaına ve envar-ı İslâmiye ile içinde şuur ve iş’ar lemaan eden şeair-i İslâmiyenin terkine davet ediyorlar.
~RN-Mesnevî-i Nurîye(Bd.)/491~
Din-i İslâmın fıkıh ve şeriatını ve imamlarının bu mevzuda ne yazdıklarını bilmeyen, görmeyen ve yalnız kafasına göre, sözde bir İslâm taraftarlığının katı taassubuyla hareket eden cahil bir hastaya değil; aldanan ehl-i imana hak ve hakikati beyan ediyoruz.
Tevfik Allah'tandır.
Muhakemat ( 158 )
Meselâ, mühim ve en zahir şeairden olan sarık (imame) hakkında gelen ehadiste, şeair ciheti daha çok nazara verilmiştir. (bkz. İPA s.1991)
Pek çok hadis kitabında “El-Amame” “El-Amaim” ismiyle sarıklardan bahsedildiği gibi, yine pek çok hadis kitabında müstakil “El-Amaim” yani “sarıklar” isimli bablar (konu başlıkları) da vardır. Bir iki misal verelim:
Buhari: Kitabül Libas. Bab 14. El- Amaim.
Sünen-i Ebu Davud: kitabül Libas. Bab 21. El- Amaim.
Sünen-i Tirmizi. Libas. Bab 42. El-Amaim ale-l Kalanis.
Müşriklerle bizim aramızdaki fark
Peygamberimiz asm hayatı boyunca müşriklere, ehli kitaba her hususta muhalefet etmiş, ümmetinin de muhalefet etmesini istemiştir. Bu hususta pek çok hadis ondan rivayet edilmiştir. Peygamberimizin (asm) ümmetinin diğer milletlere muhalefet etmesini istediği bir konu da “sarık”tır. Peygamber as şöyle buyurmuştur.
Rükane (ra)den rivayet edildiğine göre peygamberimiz asv şöyle buyurmuştur:
“Bizimle müşrikler arasındaki fark bizim külahlar üzerine sardığımız sarıklardır.”
(Tirmizi.C.4.S.247, Ebu Davud.C.2.S.452, Hakim Müstedrek.C.3.S.511, Taberani. Mucemi Kebir.C.5.S.71, Müsnedi Ebu Yala.C.3.S.5, Beyhaki. Şuabu İman.C.5.S.175(4)
“Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler üzerindeki sarıklardır.”
(Ebû Dâvud, Libas 24, h.no: 4078; Tirmizî, Libas 47, h. No:1785)
Ali (r.a.) den rivayet edilmiştir:
Gadiri Hum günü Resulullah asm bana sarık sardı ve ucunu arkama sarkıttı ve sonra şöyle dedi: “Allah Azze ve Celle beni Bedir ve Huneyn günü bu şekilde sarık sarmış meleklerle teyid etti. Muhakkak ki sarık küfür ile iman arasını ayırıcıdır.”
Müsnedi Tayalisi.C.1.S.23, Beyhaki. Süneni Kübra.C.14.S.10
Ubade (ra) Peygamber asv’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Sarık sarınız! Çünkü o meleklerin nişanı, alametidir. (Sarığı sardıktan sonra) arkanızdan sarkıtınız.
Beyhaki. Şuabu iman.5-176
Bedir savaşında beş bin melek peygamberimiz ve sahabelerin imdadına gelmişti. Gelen meleklerin hepsi sarıklı idi. “Rabbiniz, alametli beş bin melekle size yardım edecektir” mealinindeki ayetindeki “Müsevvimin” “alametli, nişanlı” kelimesinin “sarıklı” manasında olduğu tefsirlerde beyan edilmiştir. Allah’ın peygamberine yardıma gönderdiği meleklerin sarıklı olması, sarığın Allah katında makbul ve razı olduğuna işarettir. (Bazı müfessirler onların bizzat Allah tarafından sarıkla nişanlandırılmış, alametlendirilmiş olduklarını söylerler.)
Tabiinden Halid b. Ma’dan (ra)den rivayet edilmiştir:
Nebi asm sadaka mallarından elbiselerle (sahabelerin yanına) geldi. Onu sahabeleri arasında taksim etti ve şöyle dedi:
“Sarık sarınız ve sizden önceki milletlere (Yahudi ve hristiyanlara) muhalefet ediniz.”
Beyhaki. Şuabu iman.c.5.s.176
Halid b. Ma’dan ve Fudayl b. Fudale Allah resulü şöyle buyurdu demişlerdir:
“Allah Azze ve Celle bu ümmete sarıklarla ve sancaklarla ikramda bulundu.”
Said b. Mansur.c.2.206s.
Kur’anı Kerimde Cenab-ı Hak kullarına namaz esnasında süslenmelerini “Ey Ademoğulları! Her namazda zinet(ler)inizi üzerinize alınız (güzel elbiselerinizi giyiniz)”
ayetiyle emretmektedir.
Hem İncil'de, Esma-i Nebevîden "Sahib-ül Kadîbi ve-l Herave" yani "seyf ve asâ sahibi." Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. Yine İncil'de "Sahib-üt Tâc"dır. Evet "Sahib-üt Tâc" ünvanı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a mahsustur. Tâc, İmame yani sarık demektir. Eski zamanda milletler içinde, milletçe umumiyet itibariyle sarık ve agel saran, Kavm-i Arabdır. İncil'de "Sahib-üt Tâc", kat'î olarak "Resul-i Ekrem" (Aleyhissalâtü Vesselâm) demektir.
Mektubat ( 170 )
Peygamberimizin İncil’de geçen bir isminin “Sahibü-t Taç” olduğunu yukarda zikredilmiştir. Bir hadiste de “Sarıklar müslümanların tacıdır”
denmiştir. Taçlar hükümdarların süsü, sarık ise müminlerin süsüdür.
Madem Allah namaz esnasında zinetlerimizle onun huzuruna çıkmamızı istiyor. Ve madem sarık müminin tacı, süsüdür, öyleyse namaz esnasında sarık sarmak da, Rıza-ı İlahidir. Zira sarıkla kılınan namazın sevabı, sarıksız kılınan namazın sevabından daha fazladır.
Cabir (ra)den rivayet edilmiştir:
“Sarıkla kılınan iki rekat namaz sarıksız kılınan 70 rekat namazdan daha üstündür.”
Deylemi. Müsnedi Firdevs.c.2.s.265.hn.3233
AHIR ZAMANDA SARIK
Peygamberimizin mucizelerinden biri de gelecekten haber vermesidir. O kendi zamanında, sahabeler döneminde ve daha sonraları –bilhassa ahir zamanla ilgili- pek çok gaybi şeyleri haber vermiş ve verdiği haberler aynen çıkmıştır.
İbn Abbas (ra)den rivayet edilmiştir:
“Sarıklar mümin için vakar, Araplar için izzettir. Araplar sarıklarını bıraktıkları zaman izzetlerini de bırakmış olurlar.”
Deylemi. C.3.s.88.hn. 4247
Hatib-i Bağdadi. Edebül İmla. C.1.s.30
Bu gün Araplar umumiyetle sarık sarmazlar ve dünya üzerinde bir izzetleri ağırlıkları da yoktur.
Bu yönüyle bu hadis tahakkuk etmiştir diyebiliriz.
Ebu Umame (ra)den rivayet edilmiştir:
“Sarıkların bırakılıp, takkelerin giyilmesi kıyamet alametlerindendir.”
Deylemi. C.4.s.5. 6002
Yezid b. Rukane (ra)den rivayet edilmiştir:
“Ümmetim külahlar üzerine sarık sardığı müddetçe, fıtrat üzere olurlar.”
Deylemi c.5.s.93.hn.7569
İmam Malik (RA) şöyle der: sarığın terk edilmemesi gerekir. Ben henüz yüzümde kıl yokken sarık bağlamıştım. (..). Hatırlıyorum yüzümde hiç kıl tutamı yoktu, bizden hiçbir kimse Resulullahı asm iclal [saygı] gayesiyle mescide sarıksız girmiyordu
(Hz. Peygamber’in Yönetimi. c.2.s. 84. (Et-Teratib-ül İdariye). Kettani. İz yy.
İmâm-ı Rabbanî Ahmed-i Fârûkî (R. A), sarığın müslümanlara has bir kıyafet olduğunu ifade için şunları söyler: “Zımmî, sarık ve ridâ gibi ilim ve dîn ehline mahsus olan kıyafetleri giyemez” (Mektubât-ı Rabbani 313.Mektub)
es-Sübülu's-Selam'da: "Sarığın adabı onun sarkan kısmını kısa tutmaktır, aşırı gitmemektir" denir. Nevevî de: "Sarığın sarkıtılan kısmında ifrat etmek, tıpkı elbiseyi fazla uzatmak gibidir, kibirlenenlere haram, başkalarına da mekruhtur" demiştir.
5236)- Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana bir sarık sardı, onu önümden ve arkamdan birkaç parmak sarkıttı."
[Ebu Davud, Libas 24, (4079).]
İşte : Ebu cehilin ve müşriklerin taktıkları sarıgın sarkan kısmı uzun yani kibirlerini gösteren şekildeydi.
Lâkin gel gör ki, Sait Çamlıca namındaki echel hiçbir tefsirin hüküm ve reyine, hadîsî ve ilmî izahına bakmadan, kendi kafasına göre keyfî ve hevesî yorumlarıyla hükümler üretip çıkarmaya kalkışmışdır. İslâmın büyük müfessir, muhaddis, müçtehit, müceddit ve fukahalarına sormadan cahilane içtihatlarda bulunmuşdur.
Demek ki, onun bu hali, bir garazı, pespayeli bir maksadı güttüğünü gösteriyor. O halde ne din adına, Kur’an namına konuşmuyor, konuşamaz. Nefis, his, garaz ve cehalet namına konuşuyor. Ama bilinsin ki hak gelir, batılınızı siler süpürür:
Birincisi: Mustafa Çavuş (R.H.) sekiz senedir bizim hususî küçük câmie, hem sobasına, hem gazyağına, hem kibritine kadar hizmet ediyordu. Hattâ gazyağını ve kibritini sekiz senedir kendi kesesinden sarfettiğini sonra öğrendik. Cemaate, hususan Cuma gecelerinde gayet zarurî bir iş olmayınca geri kalmıyordu. Sonra ehl-i dünya onun safvet-i kalbinden istifade ederek dediler ki: "Sözler'in bir kâtibi olan Hâfız'ın sarığına ilişecekler. Hem gizli ezan, muvakkaten terkedilsin. Sen kâtibe söyle, cebir görmeden evvel sarığı çıkarsın." O bilmiyordu ki: Hizmet-i Kur'aniyede bulunan birisinin sarığını çıkarmağa dair sözü tebliğ etmek, Mustafa Çavuş gibi yüksek ruhlulara pek ağırdır. Onların sözlerini tebliğ etmiş. O gece rü'yada ben görüyordum ki: Mustafa Çavuş'un elleri kirli, kaymakam arkasında olarak odama geldi. İkinci gün ona dedim: Mustafa Çavuş, sen bugün kim ile görüştün? Seni elin mülevves bir surette kaymakamın arkasında gördüm. Dedi: "Eyvah! Bana böyle bir söz, muhtar söyledi, kâtibe söyle. Ben arkasında ne olduğunu bilmedim." aynı günde bir okkaya yakın gazyağını câmiye getirmiş. Hiç vuku bulmayan, o gün kapı açık kalmış, bir keçi yavrusu içeriye girmiş, büyük bir adam gelmiş, keçi yavrusunun seccademe yakın bıraktığı müzahrefatı yıkamak için, ibrikteki gazyağını su zannedip bütün o gazyağını temizlik yapıyorum diye câminin her tarafına serpmiş. Acaibdir ki, kokusunu duymamış. Demek o mescid lisan-ı hal ile Mustafa Çavuş'a diyor: "Senin gazyağın bize lâzım değil. Ettiğin hata için gazyağını kabul etmedim." diye işaret vermek için o adama koku işittirilmedi. Hattâ o hafta içinde Cuma gecesinde ve birkaç mühim namazda, o kadar çalıştığı halde cemaate yetişemiyordu. Sonra ciddî bir nedamet, bir istiğfar ettikten sonra safvet-i asliyesini buldu.
Lem'alar ( 46-47 )
Meclis-i Meb'usanda Mustafa Kemal'e karşı: "Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur." söyleyen ve İslâmî kıyafeti kat'iyyen ve aslâ tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzad isminde Ankara valisine: "Bu sarık bu başla beraber çıkar" tarzında konuşarak boynunu göstermesiyle dokunulmayan bir zâta; hem Isparta, hem Eskişehir, hem Denizli Mahkemeleri dahi başını açtırmadıkları ve -son Afyon Mahkemesi müstesna- binlerce halk ve yirmi polislerin bulunduğu sıralarda bile başını açması ihtar edilmediği ve münzevi olduğu halde; o düşüncesiz memurların manasız ihanet için müdahale niyeti, doğrudan doğruya anarşilik hesabına vatan ve millete tehlike getirmeğe çalışmaktır.
Emirdağ Lahikası-2 ( 19 )
Sonra o zalim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: "Sen yirmi senedir birtek defa takkemizi başına koymadın, eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kıyafete girdi."
Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer'iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense; azimet-i şer'iye ve takva cihetiyle, yedi milyar zâtların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmibeş seneden beri hayat-ı içtimaiyeyi terkeden adama, "İnad ediyor, bize muhaliftir."
denilmez. Haydi inad dahi olsa, madem Mustafa Kemal o inadı kıramadı ve iki mahkeme kırmadı ve üç vilayetin hükûmetleri onu bozmadı; siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükûmetin zararına, o inadın kırılmasına çabalıyorsunuz! Haydi siyasî muhalif de olsa, madem tasdikiniz ile yirmi senedir dünya ile alâkasını kesen ve manen yirmi seneden beri ölmüş bir adam, yeniden dirilip, faidesiz kendine çok zararlı olarak hayat-ı siyasiyeye girerek sizin ile uğraşmaz; bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddî konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gibilerle konuşmayı terkediyorum. "Ne yaparsanız yapınız, minnet çekmem!" dediğim, onları hem kızdırdı, hem susturdu. Son sözüm:
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ ٭ حَسْبِىَ اللّٰهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Şualar ( 291 )
Kaynaklar:
Risale-i Nur
İslam Prensipleri Ansiklopedisi (İPA)
www.İttihad.com