1990 varisler uyarıyor

 

Bediüzzaman'ın talebelerinden sadeleştirme konusunda uyarı

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebeleri, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi yönündeki teşebbüsleri “eserlerin asliyetini değiştirmek” olarak değerlendiriyor ve bu teşebbüslerin “Nurları yağma yapılabilir sahipsiz bir mal olarak gören ve çok acip bir fevza (anarşi) kapısını açan” bir anlayışın eseri olduğunu söylüyorlar.

Risale-i Nur Müellifinin uzun yıllar hizmetinde bulunan, bizzat Üstad tarafından Risalelerin neşriyle vazifelendirilen ve “mutlak vârislerim” olarak vasıflandırdığı yakın talebelerinden Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram, Said Özdemir ve Ahmed Aytimur imzasıyla yayınlanan 1990 tarihli bir mektupta, Bediüzzaman’ın eserleri üzerinde sadeleştirme gibi tasarruflara hiçbir surette izin vermediği belirtiliyor.

Bir gazetede yayınlanan ve Risalelerin sadeleştirilmesini savunan bir yazı üzerine Bediüzzaman’ın talebeleri tarafından kaleme alınan mektupta, vaktiyle Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisinde bazı Risaleleri sadeleştirerek yayınlaması üzerine Üstadın talebelerini görevlendirerek o neşriyatı durdurduğu ve Ceylan Çalışkan ile Zübeyir Gündüzalp’in Necip Fazıl’a “Risalelerin sadeleştirelemeyeceğine dair” uzun mektuplar yazdıkları hatırlatılıyor.

Risalelerin sadeleştirilmesi yönündeki teşebbüsleri “sadakatsizlik ve vefasızlık örneği” olarak niteleyen mektupta, Bediüzzaman Hazretlerinin vâris ve hizmetkârları, özetle şunları söylüyor:

 

Hz. Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin ve bütün Nur talebelerinin ve bilhassa Risale-i Nur'un küllî hukuku namı­na, hem bundan böyle tâ kıyamete kadar gelip geçecek nesl-i âtinin de bu mucize-i Kur'aniyeden feyiz ve ışık alarak Nura talebe olma namzedlikleri itibariyle o milyonlar mâsumların da hukuk-u maneviyeleri nâmına Hz. Üstada sada­kat borcumuz olarak deriz ki:

 

Şimdiye kadar böyle gazete lisanıyla, Risale-i Nur'un asliyetini değiştirme tarzında ve âdeta meydan okuma eda­sıyla böyle bir itiraz yapılmamıştı.

 

1950'den sonra "Büyük Doğu" mecmuasını çıkaran meşhur yazar ve şöhretli edip Necip Fazıl Kısakürek, risale¬lerden bazılarını sadeleştirerek mecmuasında neşrettiği zaman, Hz. Üstad onu durdurmak için talebelerini vazifelendir¬di ve o neşriyatı durdurdu. Bu hususta, Üstadın hizmetkârı ve en yakın talebelerinden merhum Ceylân Çalışkan ile Zübeyr Gündüzalp, Necip Fazıl Bey'e Risale-i Nur'un sadeleştirilemiyeceğine dair uzun mektublar yazdılar. Müdellel ve mevsûk hüccetlerle onu durdurdular.

 

Aynı yazarın iddiaları arasında: Risaleler mirî malıdır. Hiç kimsenin, hatta müellifinin dahi bu eserleri sahiplen¬meye hakkı yoktur" diyerek Nurları yağma yapılabilir sahipsiz bir mal şeklinde gösteren ve çok acib bir fevza kapısını açan iddiası da var. Anlaşılıyor ki, bu iddia sahibi Hz. Üstadın mükerrer vasiyetlerinde ve eserlerinin çok yerlerinde "sâhibler" diye vasıflandırdığı ve Nur'un haslar dairesini teşkil eden "vârisler" ve iman hizmeti fedakârlarını âdeta hiçe sayıyor. Sözü uzun etmemek için vasiyetnameleri ve haslar dairesinin fedakârlarına dair pek çok beyanlarını külliyat-ı Nura havale ile birkaç parçayı nakletmekle iktifa ediyoruz. Şöyle ki:

 

"Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddî sâhib ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlâslı olarak vazife-i Kur'aniye ve îmaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürür ve itmi'nan ve istirahat-ı kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum." (Kastamonu L. sh. 5)

 

Risale-i Nur'un mal-i umumî olup, temellük edilememesi demek: Risalelerdeki hakikatlar, Kur'an'ın malıdır, fikir mahsulü değildir demek olduğu, külliyatın müteferrik yerlerinde musarrahtır. Onun için bunun üzerinde daha fazla durmuyoruz.

 

Velev hizmet mülâhazası ile de olsa, "Risale-i Nur sadeleştirilmelidir" diye gazete lisanıyla âleme ilânat, milyonlar Nur talebelerinin akıl, kalb ve ruhlarının tâ derinliklerinden bağlandıkları Risale-i Nur'a ve te'lifindeki güzelliğine perde çekmek hükmünde telakki edilmekle, o yüce velinimetinize karşı nasıl bir sadakatsizlik ve vefasızlık örneği gösterdiğiniz, cidden medar-ı teessüftür. Hz. Üstad değil sadeleştirmeye, kalem karıştırmaya dahi râzı değildir.

 

Eğer gençliğin ve nesillerin Nurlardan istifade ve istifazaları cidden arzu ediliyorsa, bunun yolu; Nurların sadeleş­tirilmesi değil, bil'akis Kur'an-ı Hakîm'in bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur'un te'lifindeki ve şimdiye kadar neşrolan asliyetindeki kudsiyetini muhafaza ile, genç ve körpe dimağlara, berrak gönüllere bu Kur'an nurlarının ulaştı­rılmasıdır.

 

"Benim hizmetim ve sergüzeşte-i hayatım bir nevi çekirdek hükmüne geçmiş. İnayet-i İlâhiye ile, bu za­manda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde' olmak için Kur'an'dan gelen ve meyvedar bir şecere-i âliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiş" diyen bir üstadın hayatını, şahsiyetini ve eserlerini nazara vermektir. Ve "Nur" ism-i şerifine mazhar nuranî bir külliyetle Nurların dersinde, tahririnde, okunup yazılmasında biiznillâh tecelli eden ebedî mürşid-i manevîyi genç nesillere takdim etmektir. Ve sizden beklenen de zaten budur. Ve Allah size böyle çok büyük, çok küllî bir hizmet imkânı bahşetmiş bulunuyor. Sadeleştirme perdesi arkasında, bu küllî nimet ve mazhariyet gizlenmeye ve sathîliğe çevrilebilir. Buna asla müsaade etmeyiz ve etmemelisiniz. Evet şimdi Cenab-ı Hakk'ın bahşettiği bu kadar maddî-manevî imkânlar, inâyetler içerisinde ehemmiyetle üzerinde durulacak husus: "Kevser-i Kur'anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için bir buz parçası nevindeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir" diyen bir kudsî üstadın meslek ve meşrebi içerisinde hizmete devam etmektir.

 

Nurlarla meşgul olmanın yani okumak, dinlemek veya yazmak suretiyle iştigalin aynen Hz. Üstadla manevî görüşmek ve ondan ders almak hükmüne geçtiğini ve bu dersler yalnız fikrî ve ilmî istifade olmayıp, Nura talebe olma ve şirket-i maneviye sırrına mazhariyet gibi küllî ve umumî bir hayır ve nura nailiyet bulunduğunu göstermektedir. Bu gibi küllî, kudsî neticeler ise? Risalelerin sadeleştirilmesi gibi tahrifat hükmüne geçen tasarruflarla elde edilmez. Ve maksadın tam aksine, gençlerin ve nesillerin istifade ve istifazalarına mâni olunmuş olur.

 

Hz. Üstadın hizmetinde bulunan talebelerinden

Hüsnü     Bayram     Sungur

 

Risale-i Nur neşriyatında talebelerinden

Said Özdemir     Ahmed Aytimur

 

 

 

 

Varislerin en son bildirisi

 

Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunan talebeleri ve en son bildirisi

 

Bediüzzaman’ın hayatta olan talebeleri tarafından yayınlanan bildiri aynen şöyle:

 

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi adı altında girişilen tahrifat teşebbüslerinin son olarak “sadeleştirilmiş Lem’alar” şeklinde almış olduğu merhaleler üzerine, Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebeleri olarak aşağıdaki hususları umumî efkâra duyurmayı vazife biliyoruz:

 

1.Aziz Üstadımız hayatta iken de Risale-i Nur’un dili üzerinde bazı tasarruflar yapılması istikametinde teklif ve teşebbüsler olmuş; fakat Üstadımız Risalelerin lisanıyla oynamaya ve onu değiştirmeye hiçbir surette izin vermemiş, bu tür teklif ve teşebbüsleri kat’î bir surette reddetmiştir. Bu husus bütün Nur talebeleri tarafından gayet iyi bilinen bir hakikattir. Daha evvelki açıklamalarımızda bu hususla alâkalı olarak kâfi miktarda misal zikrettiğimizden, geçmiş beyanlarımızla iktifa ediyoruz. Arzu edenler, bu hususta, 1990 yılında neşrettiğimiz uzun mektuba müracaat edebilirler.

 

2. Bizzat Üstad Hazretlerinin dersinde ve hizmetinde bulunan, onun tarafından neşriyat hizmetleriyle vazifelendirilen ve kendisinin dâr-ı bekaya irtihalinden sonra da Nur’un her türlü hizmetinin mes’uliyetini bizzat Üstadın vasiyetiyle üstlenmiş bulunan talebeleri olarak bizler de, aramızda hiçbir ihtilâf olmaksızın, tam bir ittifak ve icmâ’ ile, Üstadımızın bu husustaki hassasiyetine her ne pahasına olursa olsun riayet edilmesi gerektiğine inanıyor ve bu husustaki azmimizi ifade ediyoruz.

 

3.Herhangi bir edip veya sanatkârın sıradan bir eseri üzerinde dahi sahibinin rızası hilâfına tasarrufta bulunmak en büyük bir saygısızlık telâkki edilirken, insanlık âlemine Risale-i Nur Külliyatı gibi, ihtivâ ettiği hakikatler kadar fevkalâde üslûbuyla da mümtaz bir eseri armağan etmiş bulunan Bediüzzaman Hazretleri gibi bir müfessir, müceddid ve mütefekkirin eserleri üzerinde kalem oynatmak ne mânâya gelir, kıyas edilsin!

 

4.Şimdiye kadar sadeleştirme adı altında yapılan teşebbüslerin nasıl netice verdiği meydandadır. Bunun en son nümunesinde ise, sadece kelimeleri değiştirilmekle kalmamış, bir de Üstadın cümlelerine, ifade ve üslûbuna da müdahale edilmiş ve bunun neticesinde, ortaya, ruhu çekilmiş bir ceset mesabesinde, donuk, cansız, zevksiz bir metin çıkmıştır. Mehmed Akif gibi büyük bir edip ve şaire “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler onun ancak talebesi olabilir” dedirten Bediüzzaman gibi bir zâtın metinleri üzerinde böyle fütursuzca kalem oynatan kimselerin bu densizliklerini hayret ve ibretle seyrediyor ve bu cür’eti nereden ve kimlerden aldıklarını merak ediyoruz.

 

5.Bu çeşit teşebbüslere bahane teşkil eden “Risale-i Nur’ların anlaşılmadığı” iddiasını kabul etmek de mümkün değildir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, Risale-i Nur’lar, telifinden bu yana bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ bu kadar çok satılmaya ve milyonlarca insan tarafından tekrar tekrar okunmaya devam etmezdi. Halbuki bugün kimi yetkili, kimi de yetkisiz olarak en az bir düzine yayınevi Risale-i Nur’ları neşretmeye devam etmektedir. Dünyada başka hiçbir eserin mazhar olmadığı böyle bir rağbete Risale-i Nur’u eriştiren şey, onun anlaşılmaz oluşu mudur?

 

6.Risale-i Nur’un diline en uzak zannedilen gençlik arasında ise, bu eserlere karşı iştiyak her geçen gün artmakta, yurdun dört bir tarafında orta öğrenim ve üniversite gençlerinden niceleri kendilerini Nurların kucağına atmaktadırlar. Onlar bir yandan Risale-i Nur’u daha iyi anlamak için onun harikulâde lisanına vâkıf olmaya çalışırken, bir yandan da Risaleleri tercümelerinden tanıyan başka milletlere mensup insanlardan birçoğu, bu eserleri orijinal diliyle okumak için Türkçe öğrenmektedir.

 

7.Bugün konuşulan dil ile Risale-i Nur’un dili arasında bir mesafe olduğu muhakkaktır. Ancak buna sebep Risale-i Nur’un dilinin ağırlığı olmadığı gibi, bunun çaresi de Risale-i Nur’u bugün konuşulan dilin seviyesine indirmek değildir. Çünkü Risale-i Nur, bir asra yakın zamandan beri vicdan-ı umumînin bozulmasına yol açacak derecede tahribata uğrayan şeâir-i İslâmiyeyi tamir etmek ve yeni yetişen nesillere unutturulan hakaik-ı İlâhiyeyi ve mukaddes kelimeleri tekrar bu milletin hafızasına yerleştirmekle vazifelidir ve bu vazifesini de kendisine has lisanı ile yerine getirmekte, ilim ve irfan hayatımızdan dışlanmış bulunan mefhumları tekrar milletimize kazandırmaya çalışmaktadır. Hangi suretle ve niyetle olursa olsun onun lisanıyla oynamanın, Risale-i Nur’u bu kudsî vazifesinden alıkoymaya teşebbüs mânâsına geleceğini, her vicdan sahibi takdir edecektir.

 

8.Bugün geldikleri yeri ve milletimizin gözünde eriştikleri mevkii Risale-i Nur’a borçlu olanlar, Hazret-i Bediüzzaman’ın hatırasına hürmet göstermek hususunda herkesten fazla hassasiyet sahibi olması icap eden kimselerdir. Muazzez Üstadımızın “Ben bile kalem karıştıramıyorum” dediği metinlere müdahale etmek veya ettirmek, kadirşinas insanların velînimetlerine karşı şükran borcunu ödemek için ihtiyar edecekleri bir yol olmasa gerektir. Böyle teşebbüslere tevessül eden, müsamaha gösteren, destek olan veya meyil duyan kimselerin, iç âlemlerinde derin bir muhasebeye girişerek Üstadımızın şu beyanları karşısında kendi nefislerini yoklamaları, herkesten evvel kendi menfaatlerine olacaktır:“Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder, tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.”

 

9.Muazzez Üstadımızın hizmetinde bulunan talebeleri olarak şu hususun kat’iyetle bilinmesini istiyoruz ki, Risale-i Nur yağmalanacak sahipsiz bir mal değildir; bu eserleri hedef alan her türlü tahrifat teşebbüslerine karşı, biz, Üstadımız tarafımızdan omuzumuza yüklenmiş bulunan vazifeyi, kimsenin hatırına bakmadan ve zerre kadar tereddüt göstermeden yerine getireceğiz. Hangi niyetle olursa olsun böyle teşebbüslere tevessül edenler, bu hareketlerinin Risale-i Nur’a, Müellifine ve talebelerine karşı alenen ve fütursuzca meydan okumak mânâsına geldiğini idrak etmeli, böyle bir meydan okuyuşun nasıl bir âkıbeti dâvet edeceğini düşünmeli ve eğer insaf ve idrak sahibi iseler, derhal yanlışlarından dönerek tövbe etmelidirler.

 

Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunan talebeleri

Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Ahmet Aytimur, Said Özdemir, Salih Özcan, Hüsnü Bayram, Abdülkadir Badıllı, Mehmet Fırıncı.